12 Eylül faşist darbesinin bu yıl 33. yılı geride kalıyor. Döneme tanıklık etmiş, mağdur edilerek yıllarca cezaevlerinde kalmış olan şair ve yazarlar, ANF'ye yaptıkları değerlendirmede 12 Eylül ile hesaplaşmanın ve 12 Eylül Anayasası'ndan kurtulmanın elzem olduğuna dikkat çekiyor.
Şair, fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer, “12 Eylül’le hesaplaşma” adına başlatılan yargılamanın bir orta oyunu olduğunu, toplumun gözlerinin içine baka baka oynandığını belirterek, yargılamayı bu denli daraltmanın gerçekte suçu ve suçluları gizlemek anlamı taşıdığını vurguladı.
Devrimci 78’liler Federasyonu’nun suçladığı bin 500 görevli olduğunu ancak hiç birine dava açılmadığını ifade eden Özer, “Ülke darbecilerin, işkencecilerin adlarını onurlandırmak için sokaklara, okullara kirli isimlerini yazmışlar. Darbecilerin yargılanması ülkemizde devrimcilerin güncelleştiği ve artık egemenlerin görmemezlikten gelemeyeceği toplumsal bir talebe dönüşmüştür. Bu soruna sahip çıkmak, yani yargılamak görüntüsü iktidarın gerici yüzünü maskelemeyi amaçlamaktadır” dedi.
'İSİMLERİ LANETLENEREK SİLİNMELİ'
Darbe düzeninden beslenen bir iktidarın darbecileri yargılamasının ne kadar sahici olabileceğini soran Özer, “Bugünkü yargılamalar ise bir iktidar kavgasında gücü elinde bulunduranlar muhaliflerini tasfiye etmekten başka bir şey değildir. Darbecileri yargılamaları işçilere emekçiler karşı dizginsiz terörünü engellemiyor. Kendi hukukunu bile çiğneyip avukatların savuna hakkını ortadan kaldırabiliyor.
Özgürlük ancak benim belirlediğim kadar diyor iktidar, Kürtlerin imhası, Alevilerin Sünnileştirilmesi, dillerin ve dillerin asimile edilmesi hız kesmeden devam ediyor. Darbe düzeni tüm sonuçları ile ortadan kaldırılmalıdır. Kurumları ve yasaları ile. Darbe düzenin işçilerin yoksulların çalışanların sofrasından çalınan her emeği geri verilmelidir.
Binlerce faili meçhul cinayetin ve kayıpların failleri açığa çıkarılmalıdır. Kürt halkına karşı yıllardır süren savaşın her komuta kademesi yargılanmalıdır. Darbecilerin tüm mal varlıklarına el konulmalıdır. İsimleri lanetlenerek sokaklardan silinmelidir” diye belirtti.
Her sınıfın kendi anayasasını yaptığını kaydeden Özer, “Bir anayasa herkesin anayasası olmaz. Yeni bir anayasa burjuvazinin güncelleşen ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan bir anayasadır. Artık eski biçimde yönetmek ve sürdürmek olanaklı değildir. Yine kendi gerici iktidarını süreklileştirilmesi için yeni bir anayasa çalışması sürüyor.
Devrimciler açısından emekçilerin halkların kısaca devletle muhabbeti olmayanların taleplerin toplumsal bir talebe dönüştürülerek göreceli kazanımlar elde edilebilir de. Diğeri kaynaşmış bir toplum arzusudur ki, egemenlerin kendi sınıf şiddetini gizlerken emekçi sınıfların şiddetini ise kontrol etmek amacını taşımaktadır” dedi.
'FAŞİZMİ SOSYALİZM YARGILAR'
Şair Ahmet Telli, faşizmi ancak sosyalizmin yargılayabileceğini vurgulayarak, “12 Eylül rejiminin devamı olan bu sistem içinde faşizmin yargılanması mümkün değil. Görünürdeki yargılama sistem içi bir tiyatro oyunudur diye düşünüyorum. Talepte bulunmak için eşitlikçi bir hukukun yaşanıyor olması gerekir. Yapılması gerekenler sözünden ben, sosyalistlerin, antifaşistlerin ‘ne yapmalı' sorusunu kendilerine sormalarını anlıyorum. Böyle olunca solcu değil, devrimci olmanın gerekliliği ortaya çıkıyor” dedi.
“Sivil bir anayasa ancak sivil kafayla gerçekleşebilir” diyen Telli, “Mevcut süreçte sendikaların, partilerin, derneklerin görüşlerinden kaçınarak gerçekleştirilen anayasa toplantıları mecliste dengelere bağlı. Bu denge emekten yana değil. Demokrasi lafları ise havada kalıyor. Bir yandan polisin yetkileri artırılıp, işlenen cinayetlere yasal kılıflar hazırlanırken, anayasa çalışmaları laf-ı güzaftır” ifadelerinde bulundu.
'KÜRTLERİ VE KOMÜNİSTLER EZİLDİ SİYASAL İSLAM GÜÇLENDİ'
12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde yargılanarak uzun yıllar cezaevlerinde yatan Yazar Şaban İba, 12 Eylül’ün Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının oluşturduğu 5 kişilik askeri cuntanın yaptığını dile getirerek, “Ancak askeri ve sivil bürokratlardan milletvekillerine, gazetecilerden aydınlara, sanatçılardan sendikacılara, meslek odalarından derneklere kadar birçok kişi ve kurum askeri müdahale sürecine katkıda bulundu.
Bu bakımdan işin çok sayıda faili var. Gerçek bir yargılama bütün bu unsurları kapsayarak yapılabilir ki, bu da ancak siyasal ve toplumsal bir yüzleşme ile gerçekleşebilir. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanmaları, sembolik olmaktan bile uzak, bir tür 'yasak savma' komikliğidir. Ama AKP’den bundan daha fazlasını beklemek safdillik olurdu.
Çünkü 27 Mayıs 1960’dan beri yapılan tüm askeri müdahalelerden siyasal İslam güçlenerek çıkmış (somut olarak ANAP 12 Eylül’ün, AKP ise 28 Şubat’ın ürünüdür), tank paletleri altında sadece komünistler ve Kürtler kalmıştır” diye belirtti.
68 kuşağından olduğunu ifade eden İba, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat askeri darbelerinin hepsini yaşadığını kaydetti. 1991’de Özal’ın infaz yasasından yararlanarak cezaevinden çıkan İba, “Yüreğimin yarısı aftan yararlandırılmayan Kürt tutsaklarda kalmıştı. Devletin bu çifte standartçı tutumu halen devam ediyor. Binlerce Kürt siyasetçi, gazeteci ve aydını cezaevlerinde özel mahkemelerin uydurma iddianameleriyle cezaevlerinde tutuluyor.
12 Eylülcülerden ciddi bir hesap sorulmalıdır. Devlet ve toplum kendi gerçekleriyle yüzleşmeli, adalet ve eşitlik için 12 Eylül’e bulaşan herkes yaygı önüne çıkarılmalı ve toplumdan özür dilemeye çağrılmalıdır. Bu yaptırımlar ağır aksak ta olsa yürütülmekte olan çözüm süreciyle birlikte ele alınırsa, geçmişin sorgulanması ve siyasal gerçeklerle yüzleşme daha kolay olacaktır” dedi.
'HALKIN TEMSİLCİLERİNİN OLDUĞU KURUCU MECLİS İLE OLUR'
Üzerinde bazı değişikler yapılmış olmasına karşın askeri darbe hukukuna dayanan 1982 Anayasası’nın özüyle ve ruhuyla varlığını sürdürdüğüne işaret eden İba, şunları kaydetti: “AKP üç dönemdir bu anayasaya dayanarak iktidar oldu. Bu nedenle AKP yeni bir anayasa yapılması veya 1982 anayasanın temel hükümlerinin kaldırılması için ciddi bir girişimde bulunmadı. Yaklaşık 2 yıldan beri çalışmalarını sürdüren parlamentoda grubu bulunan partiler arası Anayasa Uzlaşma Komisyonu ise ortak bir metinde uzlaşabilmiş değil.
Dünyada bu kadar uzun zaman faaliyet sürdüren ve hala ortak bir metin ortaya çıkartamayan bir ‘Anayasa Komisyonu’ yoktur. Dört partinin yer aldığı komisyonda iki anlayış hüküm sürüyor.
Biri, BDP’nin Türkiye’nin özgür ve demokratik geleceğini amaçlayan devrimci ve demokratik dönüşüm, başka bir ifadeyle ‘yeniden yapılanma’ anlayışı. Diğeri de AKP, CHP ve MHP’nin ortaklaştığı egemen ulus ve devlet geleneğine bağlı statükoculuk anlayışıdır. Nitekim geçen hafta anayasanın temel hükümlerinden biri olan resmi dil konusunda bu üç parti anlaşarak, BDP’yi dışladılar ve böylelikle çözüm sürecini de akamete uğrattılar.
Anayasalar toplumun ilerlemesinin önüne engel olmak için değil, toplumun ilerlemesinin/gelişmesinin önünü açmak için değiştirilir. Toplumsal uzlaşıya dayalı böyle bir anayasanın hazırlanması ise, toplumun bütün kesimlerinin seçilmiş temsilcileriyle oluşan bir ‘Kurucu Meclis’ aracılığıyla olmalıdır.”
'12 EYLÜL DAVASI HESAPLAŞMAMA DAVASIDIR'
12 Eylül’de yıllarca cezaevinde kalan Yazar Hacay Yılmaz, halihazırda devam eden 12 Eylül yargılamasının gerçek anlamda bir yargılama olmadığını belirtti. 12 Eylül darbesinin yalnızca iki genarelle sınırlı olduğu gibi bir komiklik yaşandığını kaydeden Yılmaz, “12 Eylül toplumsal, siyasal ve ekonomik anlamda tarihin en büyük faşist darbesidir. Her alanda bir saldırıdır.
Toplumu sermaye, devlet ve emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etme politikasıdır. Darbe sonuç olarak da uygulamalarıyla, anayasa ve yasal değişikliklerle bunları yapmıştır. İşçilerin, emekçilerin sendikaları, örgütleri kapatılmış, grev ve toplu sözleşme dahil her türlü haklar yasaklanmış, sermaye için köleler haline getirilmiştir. Daha sonrası da çıkarılan yasalarla bu değişiklik devam ettirilmiştir.
Başta Kürt halının dili ve Kürt kelimesi olmak üzere, her türlü demokratik yaşam hakkı, en ağır cezalarla ödünlendirilecek biçimde yasaklanmıştır. Devrimciler, sosyalistler, Kürtler, işçi temsilcileri, aydınlar ve düşünen tüm insanla zindanlar doldurulmuştur. İşkence sistematik sorgulama yöntemi olmuştur. Diyarbakır, Metris ve Mamak zindanları ve tüm zindanlar işkence merkezleri yapılmıştır.
İşkencede ölenlerin, gözaltında kaybedilenlerin, sokak infazlarının sayılarları yüzlerle açıklanırken, gerçek sayılar hala bilinmemektedir. Darağaçları ve idamları da asla unutmamak gerekir. Şimdi bu yapılanlar karşısında, şu anda yapılan yargılamanın ve darbeciler için yazılan iddianamenin komik olduğu görülmüyor mu. Yargılama, 12 Eylül darbesinin tüm bu yanlarına dokunmuyor. Bunlarla hesaplaşmıyor.
İç ve dış ilişkilerini sorgulamıyor. İşkencecilere dokunmuyor. Sınıfsal yanına, 12 Eylül darbesinin nasıl hazırlandığına girmiyor. Kısacası zaten hesaplaşma amacı taşımadığını her yönüyle göstermeye çalışıyor” dedi.
12 Eylül'ün tüm ilişkilerinin sonuçlarıyla birlikte yargılanmasını ve özür dilenmesini isteyen Yılmaz, “Başta işkenceciler olmak üzere 12 Eylül’ün tüm uygulayıcılarının yargıçlarının, cezaevleri görevlilerinin yargı önüne çıkarılmasını istiyorum. Öncelikle 12 Anayasa olmak üzere, cuntanın tüm yasalarının ortadan kaldırılmasını, cuntanın tüm izlerinin yaşamın her alanından silinmesini istiyorum. Ancak ne var ki, bu gün ülke hala 12 Eylül anayasası ve yasalarıyla yönetiliyor. Bu durum AKP diktatörlüğünün de işine geliyor. Şimdi durum bu haldeyken, 12 Eylül yargılaması göstermelikten öteye geçebilir mi?” diye kaydetti.
'YENİ ANAYASADA HALKLAR KENDİNİ GÖRMELİ'
Anayasa değişikliği için şu anda yapılan tartışmaların, parlamentoda grubu bulanan partilerin kendi aralarında yaptıkları bir tartışma olduğunu dile getiren Yılmaz, şunları ifade etti: “Bir yanıyla toplumsal muhalefetten uzaktır. Gerçek anlamda bir anayasa tartışması, parlamentonun ötesinde, toplumun bütün kesimlerinin katıldığı, canlı bir tartışma olmalıdır.
Kürtler, işçiler, emekçiler, kadınlar, LGBT bireyleri, Aleviler ve tüm ezilenler, bu tartışmaların ve yeni bir anayasa yazımının doğrudan tarafı olmalıdır. Tüm bu kesimlerin kendi talepleriyle katılmadığı bir tartışmanın demokratik bir tartışma olmadığı açıktır. 12 Eylül anayasası toptan ortadan kaldırılmalıdır. Onun yerine sivil ve demokratik bir anayasa yazılmalıdır.
Yeni anayasa bir nebze de olsa demokratik olacaksa, ırkçı, faşist ve ötekileştirici tüm öğelerden arındırılarak yazılmalıdır. Türkçülüğe, tektipçiliğe dayalı değişmez maddeler olarak tanımlanan maddeler yeniden yazılacaksa, değişen bir şey olmayacak, 12 Eylül anayasası kalacak demektir.
Yeni anayasada başta Kürtler olmak üzere bu ülkede yaşayan tüm milliyetler kendilerini görmelidir. Kürtçe, eğitim ve öğretim dili olarak anayasal hak olarak yazılmalıdır. Halkların kendi temsilcilerini kendilerinin seçeceği öz yönetimler ve özerklik anayasal güvenceye alınmalıdır.
Kürt sorununun çözümüne de bu yolla gidilecektir. Kadınlar, farklı inançlar, Aleviler, LGBT bireyleri ve toplumun tüm kesimleri eşit bir şekilde yeni anayasa da yer almalı, bu kesimler haklarıyla anayasada kedilerini görmelidir. İşçilerin, emekçilerin örgütlenme, grev ve toplu sözleşme hakkı anayasal güvence altına alınmalıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğü toplantı, yürüyüş özgürlüğü de anayasal teminat altında olmalıdır. Ayrıca, 12 Eylül cunta anayasasında patronlar için bir hak olarak yer alan lokavt yasaklanmalıdır.”