Çağdaş ve evrensel değerler merkezli düşünen ve duyarlılık sahibi tüm kesimler açısından bölgemizin çok somut ve güncel bir sorun vardır. Bu da Aşiretçi zihniyettir ve bana öyle geliyor ki bu sorun doğudan-batıya tüm halkımız için aynı ve yüksek önem taşımaktadır.
Sosyal ve siyasal yaşamda maddi temelleri Barış ve Demokrasi Partisi ve bileşenlerinin mücadelesi ile atılan ve zayıflamış gibi görünse de, düşünsel ve siyaset yapma tarzında önemli bir kültürel miras durumunda olan aşiretçi zihniyetin etkilerini görmek üzücü ve rahatsız edicidir.
Katliamlara, sürgünlere uğramış, baskı ve zulümle yönetilmiş halkımızın çağdaş örgütlenme modelleri ile daha bütünlüklü buluşması ve davranması beklenir. Görüyor ve anlıyoruz ki, bu beklenti sosyal ve siyasal yaşantımızda henüz gerçekçi yerini bulmaya başlamamıştır.
Zira egemenler bir toplumu sadece fiziki olarak parçalayıp yok etmezler. Tüm bu süreçlerin sonunda duygu ve düşünce dünyalarını parçalamak, tarihlerinden ve kültürlerinden koparmak, tarihsiz ve akılsız bırakmak gibi kalıcı yöntemleri uygularlar. Tarihi bilenler ve sorumlu davrananlar aşiretçi zihniyetin, halkımızın yaşamındaki rolünün, her dört parçada, bağımlı kalmasındaki nedenlerinin başında geldiğini ve yerini çözümlemişlerdir.
Aşiretçi zihniyetin sosyal olarak tam karşılığı cahilliktir ve o nedenledir ki tarih bilinci ve bilimsel aklı oldukça zayıftır…
Düşünce ve duyguları, yurtları ve yaşamları gibi parçalanmış aşiretçi zihniyet diğer bütün sorunlarda olduğu gibi kendi sorunları konusunda da bütünlüklü bir düşünüş ve istikrarlı bir duruşa sahip olamıyorlar.
Bölünmüş, parçalanmış, sosyal, siyasal ve kültürel gerçekliklerinin yönetilmeye, kullanılmaya elverişli aşiretçi zihniyet hali üzerinde başlı başına durmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Totaliter devlet 1925 Şark Islahat Planıyla Türk ve Sünni olmayan herkesi ‘’Türk ve Türkçü” yapmayı amaçladığı dönemlerde kullandığı sosyal olguların başında aşiretçi zihniyet gelmiştir. 1926’lardan itibaren feodal aşiret yapısı üzerinden oynayarak, aralarındaki çelişkileri, derinleştirerek, körükledi. Zaten parçalı olan aşiret toplumunu, böl yönet politikası ile iyice parçaladı ve bir kısmını satın alarak kullandı.
Aşiretçilik zihniyeti öyle ilkel, öyle körleştirici ve köleleştirici bir zihniyet ki, katliam politikalarının başarıya ulaşmasında küçümsenmeyecek rol oynadı. Totaliter Devlete güvenerek, devletin gücüne yaslanarak halkımızın dişi ve tırnağı ile meydana getirdiği çağdaş kurumlarına karşı statüsünü güçlendirmek, grupsal üstünlük kurmak ve ekonomik menfaat elde etmek isteyen, yakın tarihimizdeki örnekler tüm halkımız tarafından bilinmektedir.
Tarihten bir örnekle açıklamak gerekirse; Dersim katliamını 1925 Şark ıslah kanunu ile çok önceden planlandığını, 1938 yılına kadar adım, adım totaliter devletin uygulamaya koyduğunu bildikleri halde, katliamları haklı göstermeye çalışanların sayısı az değildir. İşbirlikçi Aşiretçi zihniyetine göre suçlu olan totaliter devlet değil, kendi rakipleri olan diğer aşiretlerdir. Çünkü hafızasına o kadarını sığdırmış, küçük hesapları sonucu bu düşünce oluşmuştur.
İşte bu anlayış aşiretçi zihniyetin gerçek yüzü ve sosyal travma tamda böyle bir şeydir. Uluslar arası parçalanmanın yanına halkımızın sosyal bağlamda bölgesel parçalanmışlığı ve sosyal gerçekliğinden uzaklaşmasının tarihsel gerçekliği budur.
Hakkari bağlamında bu sosyal travmanın örneklerine günlük yaşantımızda sıkça karşılaşıyoruz. Tarihi anımsamadığım günün birinde Hakkarili iki genç-delikanlı önemsiz sayılacak bir konudan dolayı tartışıyor. İkisi Kürt ve Hakkarili, ancak farklı aşiret kimlikli, tartışma konusu yerel deyimle incir çekirdeğini doldurmuyor. Ancak yüzlerce insan çarşı merkezinde birbirine giriyor. Taşlar, sopalar havada uçuşuyor ve onlarca insan hastanelik oluyor.
Bu olayın gerçek nedenini kavgaya tutuşanların kaçı biliyor, inanın iki kişi, iki delikanlı, diğerleri sadece aşiretçi zihniyet dürtüsü ile kavganın tarafı oluyorlar.
Bu aslında sosyal travmadır ve aynı zamanda sosyal bir hastalıktır. Bu nedenle aşiretçi zihniyeti geri sosyal yapı, feodal yapı, toplumumuzun içinden sökülüp, çöpe atılması gereken sürü zihniyeti, kara cahilliktir.
Yukarıdaki hadiseyi çözümlersek, karşımıza fevkalade hastalıklı bir sosyal durum çıkacaktır. Bu sosyal yapının oluşma şekli tarihsel olgularla çok açıktır. Böl-yönet politikasının bizlere bıraktığı geri, sosyal bir mirastır. Bu yapı ile kendisini isimlendiren ve tanımlayanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
Çevremizdeki insanlardan, kimliğini tanımlarken kaç kişi aşiretçi zihniyetten arınarak söyleyebiliyor, veya birini tanıtırken. Örnekleme yaparsak; Birilerini tanımlarken genellikle; Mehmet, mamxuri… ali, pinyanişi… ömer, jirki… gevdan… gravi… şekilde tanımlanır, Hakkari’nin sosyal manzarası genel olarak bu değil mi?
Barış ve Demokrasi Partisi ve bileşenleri çağdaş örgütlenme model ve metotlarını halkımızla buluşturmaya gayret gösteriyor, uğraşıyor, mücadele ediyor. Bileşenlerin bu çabası karşılık buluyor mu?
Kaç kişi kazanmış olduğu çağdaş kimliği ile kendisini tanımlıyor. Bu sayı çok az, büyük eğitimsel mücadele verilmesi gerekir dediğim zaman kastım budur. Sürü zihniyetini aşıp çağdaş değerlerle buluşabilmeliyiz.
Yukarıdaki tartışma şu şekilde cereyan etmiş olsa idi; Hakkarili Tartışan taraflardan biri ‘’Keklikpınar Mahallesi halk meclisi üyesi’’ diğeri ‘’Biçer Mahallesi halk meclisi üyesi’’ kimlikli ve kendilerini bu kimlikle ifade edebilselerdi, olayın gelişme seyri farklı olacaktı. İnsanlar birbirleri ile bilmedikleri bir meseleden dolayı kavgaya tutuşmazlardı. Çağdaş örgütlenme ve buna bağlı kimlik kazanma olgusu işte budur ve insanlar bu kimlikleri ile övünebilmeliler.
Seçimler duygusal bağlamda çok başarılı geçti, bu başarının sosyal kimlik ve kişilik kazanması hepimizin, bütün özgürlük ve demokrasi mücadelesi içindeki her kesin beklentisi ve arzusudur.
Bu sosyal travma düşünüşü sonraki kuşaklara da aktarılıyor. Ancak ikinci kuşaklar daha reaksiyonel olurken üçüncü kuşaklar ise sorgulamayı ve hesaplaşmayı ön plana çıkarmaktadır. İşte burada yeni problemler başlıyor. Sorgulama ve hesaplaşma nasıl yapılacak?
Dün aşiretler şöyle düşünüyordu: “Nasıl olsa devlet bana bir şey yapmaz, öteki aşiretlerle sorunlu, Oysa devlet hiçbir zaman onların düşündüğü gibi düşünmedi... Totaliter devlet açısından hepsi bir, Onun şu ya da bu aşiretten olması; Kürt, Zaza ya da Ermeni olması fark etmez… Dün böyle değimliydi? Bugün de gelecekte de fark etmez.
Hakkari’de de siyasi çevreler, aşiret çevreleri ( ne yazık ki zihniyet olarak aşiretçilik yoğun olarak hala var) çeşitli kurumlar, kişiler hala enerjilerinin büyük kesimini birbirlerine karşı harcamaktadırlar. İçten içe bir rekabet ve didişme var. Birbirinin kurdu olma durumu… Aşiretçi zihniyet sürdükçe de bu durum da devam edecektir.
Dayanışma, ortak düşünme, birlikte gelişme, birlikte ileriye yürüme duygu ve düşünceleri son derece zayıf ve istikrarsız… Kısacası çok şey olmak isteyen, ancak bir türlü kendi olamayan bir toplumun insan tipi…
Tüm bunları söylerken Hakkari’nin tarihsel ve toplumsal gerçekliğini yeterince bilmeyenler veya mevcudu abartılı değerlendirenler açısından sözlerimin şaşırtıcı; sadece şaşırtıcı değil, aynı zamanda rahatsız edici olacağını da biliyorum elbette.
Evet, gerçekler rahatsız edicidir. Sarsar insanı. Sorgulatır, düşündürür ve harekete geçirir. Bende bunun için yazıyorum. Sorgulatmak ve harekete geçirmek için yazmaya devam edeceğim…
Bu sosyal gerçekler karşısında rahatsız olduğum için yazıyorum.
Kimse kendini ve başkalarını kandırmaya çalışmasın. Eleştiri yapandan, farklı düşünenden, kendisine biat etmeyenden “düşman” yaratan bir düşünüş tarzına asla güvenmedim. Kendisini pohpohlayandan, her dediğini alkışlayandan, itaatkar kölelerden ve sürü zihniyetinden “dost“ yaratan bir anlayışa da asla saygı duymadım.
Hakkarililer kendi insanına, tarihine, değerlerine sahip çıkacak yeni bir düşünüşe ihtiyaçları var. Pek uzaklarında da değil, Barış ve Demokrasi Partisi ve bileşenleri, sorumluluk sahibi olanlar eğitsel olanakları sağlayarak halkımıza çağdaş sosyal kimlik bilinci vermeye devam ediyorlar. Bunu daha kapsamlı hale getirebilirler.
Bunun için tarih ve toplum bilincinin ortaklaşması sürecinin yaşanması gerekir. Yaşanan travma ve toplumsal bellek yitiminin düşünce ve duygular üzerindeki tahribatının giderilmesi için mücadele her zamankinden daha fazla önemsenmelidir.
Totaliter devletin resmi ideolojinin yarattığı yabancılaştırma kadar, aşiretçi zihniyetin körleştiricilinden de, dar grup zihniyetinin yıkıcı ve rekabetçiliğinden köklü bir kopuşu sağlamak zorunludur. Bu kopuş bilimsel akıl, evrensel düşünüş ve toplumsal çıkarlar üzerinden olmak durumundadır.
Bu kopuş ve mücadele, doğasına, tarihine, toplumun ilerici değerlerine ortak akıl ve ortak duruşla sürdürülürse kalıcı olur ve değişimi de gerçekleştirebilir.