Kişi hak ve hürriyetlerini ortadan kaldıran sokağa çıkma yasakları başlıklı bir makala yayınlayan Av. Davut Uzunköprü, sokağa çıktma yasaklarını ele aldı.
Kamu otoritesini ve bu otoriteyi yerelde sağlamayı vazife edinip borç bilen valiler; kamu düzeninin sağlanması, kişilerin can ve güvenliklerinin güvence altına alınması gerekçesiyle, herhangi bir hukuki dayanağı ve yasal düzenlemesi bulunmayan, süre ve zaman sınırlamasını, valilerin kendi keyfiliğine bırakan ‘’SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI’’nı ilan etmektedirler.
Bu çalışmamızda Sokağa Çıkma Yasağını; Yaşam Hakkının İhlali, Kişi Hak ve Hürriyetlerinin İhlal Edilmesi (daha doğru ifadeyle askıya alınması),Seyahat ve Yerleşme Hakkı açısından ayrı başlıklar halinde değerlendireceğiz.
SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI VE HUKUKİ DEĞERLENDİRMESİ
Belirtmeliyiz ki atanmış otorite, sokağa çıkma yasağının hukuki gerekçesini 1924 Anayasası’nın yürürlükte olduğu ve 1949 yılında çıkarılan 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesine dayandırmaktadır. İlgili madde metni aynen şöyledir:
5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu 11.Madenin
“C fıkrası) :İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir.
Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Bu hususta alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymayanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır.”
5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu 66.Maddesi:
İl Genel Kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır.
(Ek cümle: 27/3/2015 - 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Kabahatler Kanunu 32.Madde
Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir.
Yukarıda Sokağa Çıkma Yasağı’nın dayandırıldığı kanun maddelerini tek tek aktardık. Söz konusu kanun maddelerinin hiçbirinde mülkü amirlere (valilere)sokağa çıkma yasağını ilan etme yetkisi verilmemiştir.
Ayrıca, kanunu ve hukuk devleti ilkesini hiçe sayarak böyle bir yasağın verilmesi durumunda ise, bu yasağa riayet etmeyenlere uygulanacak tedbirin ancak 100 TL para cezası olabileceği, toplumsal olayların çıkması durumunda ve bu olaylara katılım söz konusu olduğunda ise, ilan olunan emre aykırı davrananlara üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verileceği kanunda açıkça düzenlenmiştir.
Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, ilan olunan emre (ki hukuka ve kanuna aykırı emir olması durumunda sonuçları ve yaptırım gücü farklı olacaktır) ya Kabahatler Kanunu Madde 32 ‘ye göre 100 TL İdari Para cezası ya da 27.03.2015 tarih ile kanuna eklenen ek cümle ile ‘’toplumsal olayların baş göstermesi durumunda ’’3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası verilecektir”.
Kaldı ki, eldeki somut olayımızda, atanmış kamu otoritesince (valilikçe)100 TL İdari Para Cezası verilmesi durumu dahi kesin olmayıp, söz konusu para cezasına Sulh Ceza Mahkemesi nezdinde vatandaşların itiraz hakkı bulunduğu ve kararın iptali yoluna gidilebileceği açıktır.
Hatta Sokağa Çıkma Yasağının kanunundan alınmış bir yetkiye dayanmadığı ve hukuki bir temeli olmadığı için, Kabahatler Kanunu gereği verilecek para cezasının da geçerliliği olmayacaktır.
Diğer yönüyle, “toplumsal olayların baş göstermesi durumunda’’ verilecek olan hapis cezası hükmü; tarafsız ve bağımsız bir mahkemenin yapacağı yargılama sonucunda ortaya çıkacaktır.
Dolayısıyla, yargılama makamı ve faaliyetinin bir organı olmayan mülki amirin, bir kişi hakkında böyle bir hüküm kurması olanaksız olacaktır.
Ayrıca hukuka aykırı bir şekilde ilan edilen Sokağa Çıkma Yasağı ilanına riayet etmeyen kişi hakkında kollukça tutulan tutanağın evrensel bir hukuk kuralı olan ulusal ve uluslar arası hukuk karşısında geçerli kabul edilen ve mevcut yasal düzenlememizde yer alan ‘’Kanunsuz suç olmaz’’(yani kanunda yer almayan bir suçtan dolayı kimse cezalandırılamaz)ilkesinden hareketle ceza verilmesi de söz konusu olamayacaktır.
Yasal ve geçerli bir hukuki dayanağı bulunmayan Sokağa Çıkma Yasağı ilamı sonucunda bu tür bir yargılamayla karşılaşan herkes için elde edilmiş delil -hukuki temeli olmayan sokağa çıkma yasağını delenin tespit edilmesine yönelik toplanmış her delil (görüntü,polis tutanağı vs.)-yasak delil kapsamında değerlendirilecek ve kanuna dayandırılmış bir delil olarak kabul edilemeyecektir. Tüm bu anlatımlar ışığında, sokağa çıkma yasağı düzenlemesinin altında yatan zihniyetin bizatihi kendisinin hukuka aykırı ve keyfiliğin bir ürünü olduğu görülmektedir.
Hiç kimse kanundan almadığı bir yetkiyi kullanamaz. Hatta kanunsuz ve suç teşkil eden bir emri yerine getirmemekte hukuki ve insani bir haktır.
Dolayısıyla merkezi otoritenin (hükümetin) yerel atanmış kamu otoritesine (Valilere) verdiği hukuka aykırı emri yerine getirmemek yasalarımızda mevcut bir haktır.
Zira söz konusu emir keyfi, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran yaşam hakkını açıkça ihlal eden, seyahat ve yerleşim hakkını ortadan kaldıran, iletişim hakkını gasp eden kaynağını hiçbir yasal düzenlemeden almayan hukuka aykırı bir emirdir.
Bu durumda yerel uygulayıcı konumunda olan Valilerin bu emirlere uymaması tamamen gerek anayasal gerekse yasalardan kaynaklı bir hakka yönelik duruş olacaktır. Aksi durumdaki uygulamaları ulusal hukukta olmasa da uluslar arası hukukta ihlal sebebinin varlığı olacaktır.
2- Kişi Hak ve Hürriyetlerinin Sınırlandırılması (Ortadan Kaldırılması)
A-İlgili Yasal Düzenlemeler
“Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması” başlıklı Anayasa m.13’e göre;“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
‘’ Özgürlük ve güvenlik hakkı” başlıklı AİHS(Avrupa insan hakları sözleşmesi) m.5/1’e göre;
“1. Herkes, özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.
a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;
b) Kişinin, bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara uymaması sebebiyle veya yasanın öngördüğü bir yükümlülüğün uygulanmasını sağlamak amacıyla yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması;
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;
d) Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği tutulması veya yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yasaya uygun olarak tutulması;
e) Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemek amacıyla, hastalığı yayabilecek kişilerin, akıl hastalarının, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılarının veya serserilerin yasaya uygun olarak tutulması;
f) Kişinin, usulüne aykırı surette ülke topraklarına girmekten alıkonması veya hakkında derdest bir sınır dışı ya da iade işleminin olması nedeniyle yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması;”.
Belirtmeliyiz ki; Yukarıda sunmuş olduğumuz Gerek Anayasa Gerekse Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin ilgili maddelerinde kişi özgürlüğünün, temel hak ve hürriyetlerinin belli bazı şartlarda ve kaidelere uymak koşuluyla sınırlanabileceğini açıkça ifade etmektedir. Ve bu haklarında ancak Anayasal ve Yasal dayanağının olması durumunda gerçekleşebileceği belirtilmektedir.
“Yerleşme ve seyahat hürriyeti” başlıklı Anayasa m.23’e göre;
“Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;
Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek,
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.
Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun bırakılamaz”.
AİHS 4. Ek Protokol’ün “Serbest dolaşma özgürlüğü” başlıklı 2. maddesine göre;
“1. Bir devletin ülkesi içinde usulüne uygun olarak bulunan herkes, orada serbestçe dolaşma ve ikametgâhını seçebilme hakkına sahiptir.
2. Herkes, kendi ülkesi de dâhil, herhangi bir ülkeyi terk etmekte serbesttir.
3. Bu haklar, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlık ve ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler olarak ve yasayla öngörülmüş sınırlamalara tabi tutulabilir.
4. Bu maddenin 1. fıkrasında sayılan haklar, belli yerlerde, yasayla koyulmuş ve demokratik bir toplumda kamu yararının gerektirdiği sınırlamalara tabi tutulabilir”.
Konumuz olan Sokağa Çıkma Yasağının yasal dayanağının olmadığı ve herhangi bir kanuni düzenlemesinin olmadığını yukarıda ayrıntılı olarak belirttik.
Bu durumda Anayasa’nın 13.Maddesi dahi temel hak ve hürriyetlerin, özgürlük hakkının, seyahat ve yerleşme hakkının ancak Anayasal dayanağının olması veya kanuni bir gerekçeye dayanması durumunda belli bir sınırlılıkta olmak koşuluyla uygulanabileceğini belirtmektedir.
Oysa ki ilan edilen sokağa çıkma yasakları ise olağan hukuk düzeniyle değil tamamen olağanüstü hukuk düzenine dayanan savaş hali ve öç alma saikiyle hazırlanan ve adeta klan hukukunu andıran düşman hukukuna dayalı bir hal almıştır. Hukuku yok sayan bu tür durumlarda dahi, olağanüstü hukuk düzeninde yine yazılı hukuk ve norm aranmaktadır.
Oysa ki 5442 Sayılı Yasayla valilere sokağa çıkma yasağı yetkisinin tanındığını söylemek dar ve hukuku anlamamaktan kaynaklanmaktadır. Bu durumu var saymak, meşru ve hukuki olmayan yöntemleri denemek için hukuki kılıf uydurmaktan başka bir şey ifade etmemektedir.
Tarih boyunca hukuk iktidarın hep silahı olmamış mıdır? Tarihsel boyutta ve süreçte terbiye etmenin temel aracı var olan hukuku bile kendine göre yorumlayıp diz çöktürme aracı olarak kullanmak değil midir?
Türk hukuk sisteminde normlar hiyerarşisinde olan temel yasa olan Anayasa, kişilerin hak ve özgürlüklerinin, özgürlük haklarının, seyahat haklarının, yaşam haklarının kanundan yetki almayan bir valice kısıtlanamayacağını belirtmektedir. Bırakın Uluslararası ve taraf olduğumuz sözleşmeleri, kendi hukuk sistemimiz bile valilere bu yetkiyi tanımamıştır. Ancak atanmış otorite kendi hukuk kurallarını bile tanımamakta ve çiğnemektedir.
SAVAŞ HUKUKU (OLAĞANÜSTÜ HUKUK) veya DÜŞMAN HUKUKU UYGULAMASIYLA SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI:
Devlet aygıtı veya ulus-devlet yapılanmalarındaki iktidarlar büyük bir gözaltı mekanizmaları olduğu gibi aynı zamanda yaptıklarına kılıf uydurabilmek için toplumda algı yöneticiliği yaparak hukuku yanlış yorumlamakta ustadırlar. Hitler Almanyası’nda olduğu gibi, tüm toplumu cezalandırmaya ilişkin yaptırımlara hukuki dayanak ararlar.
Savaş hukuku kurallarında dahi çocukların, sivillerin ve kadınların öldürülmesini hiçbir hukuk düzeni korumamaktadır. Bırakın yazılı veya yazısız çağdaş hukuk normlarını, hiçbir kabile hukuku bile buna cevaz vermemektedir. Ancak bölgede ortalama her gün sokağa çıkma yasağı gerekçesiyle kamu otoritesi gücü kullanılarak onlarca sivil katledilmektedir.
Cezasızlık zırhına bürünen kolluk kuvvetleri ve emri verenler hakkında sokağa çıkma yasaklarını yasal kabul eden bir algı oluşturulduğu için yasak emrini verenler ve uygulayanlar hakkında yargı makamları tarafından etkin bir soruşturma yürütülmemektedir.
’’Misliyle Karşılık verilecektir” söylemi, uluslar arası bir savaş ve şiddet terimidir. Son dönemlerde yetkililer tarafından devlet şiddetini normalleştirme saikiyle sistematik olarak kullanılan bir kavram halini almıştır. Bu bile hukukun, hukuk güvenliğinin, yasaların askıya alınmasına yol açan bir söylemdir. Olağanüstü savaş hukukunun uygulanacağına ilişkin bir terminolojidir.
Bölgemizdeki son gelişmelere ve sürece bakıldığında ‘’Sokağa Çıkma Yasağı’’ adı altında düşman ve olağanüstü hukuk kurallarında bile yer almayan uygulamalarla toplumun tümünün temel hak ve özgürlükleri,seyahat hakkı,özgürlük ve yaşam hakkı tümden sistematik olarak ortadan kaldırılmaktadır.Savaş hukukunda dahi sivil kadın ve çocukların öldürülmesi kabul edilemez bir durumdur.
Acı ve utanılacak bir durumdur ki, son olarak Cizre ve Silopi de yetkili makamlar, atanmış ve bu halka hizmet etmek için maaş alan öğretmenlere ve diğer kamu personellerine mesaj atarak devletin “kendinden” saydığı memurlarından şehri terk etmeleri istenilmiştir.
Bu durum tıpkı bir ülkeye saldırdığında savaş ilan edildiğinde oradaki vatandaşını zarar görmemesi için oradan çıkartmaya yönelik bir girişim değil midir? Devlet zihniyetiyle; “Oradaki halka savaş ilan ettim, benden olan zarar görmemelidir” şeklinde bir tutum değil midir?
Etnik bir ayrımcılık ve ötekileştirmeye yönelik bir çaba değil midir? Bir halkı yerinden yurdundan etmek,göçe zorlamak uluslar arası hukuk düzeninde suç değil midir? Kendisini kanun koyucu ve uygulayıcısı yerine koyan bir valinin, tüm kurumların ve kamu hizmetlerinin işleyişini durdurması veya askıya alması hangi hukuk normu veya kanunda vardır?
Eğitim ve Öğretim Hakkı’nın engellenmesi TCK’da başlı başına bir suçtur. Kaldı ki başta temel yasa olan Anayasa ve AİHS dahi Eğitim ve Öğretim Hakkı’nın hiçbir koşulda engellenemeyeceğini hüküm altına almıştır.
Gerçi konumuz olan Sokağa Çıkma Yasağının hukuki ve yasal dayanağı bulunmadığı halde bu yasağa kılıf uyduran zihniyet, Eğitim ve Öğretim Hakkı’nın devlet gücü kullanılarak ortadan kaldırılmasına hayli hayli kılıf uyduracak pratiğe ve etiğe sahiptir.
Belirtmeliyiz ki, Türk Hukuk Sistemi’nde sadece ve sadece 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunun 3.Maddesi ve 2935 sayılı OHAL Kanunun a ve b bentlerinde ‘’SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI” ilanına izin verilmektedir..
1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 3’üncü maddesinde, sıkıyönetim komutanının yetkilerini düzenleyen madde şöyledir:
Madde 3/l. “Sokağa çıkmayı kayıtlamak ve yasaklamak ve gerektiğinde sivil savunma tedbirlerinin tümünü veya bir kısmını aldırmak;”
2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun a ve b bentleri de şöyle:
“a) Sokağa çıkmayı sınırlamak veya yasaklamak,
b) Belli yerlerde veya belli saatlerde kişilerin dolaşmalarını ve toplanmalarını, araçların seyirlerini yasaklamak ”
Üstünde yorum yapmaya çalışmanın bile utandırıcı olduğu bu kanun maddeleri incelendiğinde; “sokağa çıkma yasağı’ yetkisinin bile uygulamayı ‘hukuki’ hale getirmeye yetmediği ve yetkiden hiç söz etmediği bir maddeyi ‘hukuki mesnet’ diye göstermesi ayıp değilse nedir?.
Söz konusu hukuk uygulanıyorsa mevcut iktidar “Bölgede Ohal veya Sıkıyönetim ilan ettim,söz konusu maddelere dayanıyorum.” neden diyemiyor? Çünkü aynı iktidar, “Ohal’i ve Sıkıyönetimi biz bitirdik” demektedir. Yoksa söz konusu hukuksuzluğun tarif edilecek hiç bir tarafı yoktur.
Sokağa çıkma yasakları fiili sıkıyönetim halidir ve yaşadıklarımız hukuk devleti uygulamaları değildir. Ayrıca, hukuk devletinin olmadığı yerde hukuk güvenliği de yoktur ve hukuk devletinin olmadığı yerlerde anayasada tanınmış hak ve özgürlüklerin hiç birisi kullanılamaz. Bugün tam da bunları yaşıyoruz.
Tüm Hukuk sistemlerinin vazgeçilmezlerinden olan Cezaların Şahsiliği İlkesini hiçe sayarak tüm toplumu o şehirde yaşayanları katıksız bir hapse mahkum edip cezalandırmanın Klan Hukuku hariç hiçbir hukuk sisteminde yeri yoktur.
SONUÇ OLARAK: Yukarı da ayrıntılı olarak yaptığımız değerlendirmede ‘’SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI”nın mevcut hukuk siteminde ve uluslarası hukuk düzeninde korunmadığı ve böyle bir yetkinin var olduğunu söylemenin kendiliğinden hak alma durumunu oluşturduğu, Kanundan almadığı bir yetkiyi kullanma olduğu,
Anayasa ve yasaların,Uluslararası sözleşmelerin tanınmadığını,demokratik meşru temel haklardan olan Yaşama Hakkı,Temel Hak ve Özgürlükler,Yurttaş olmaktan kaynaklı haklar, Seyahat ve Yerleşme Hakkı,Eğitim ve Öğretim Hakkı gibi temel hakların keyfilikle ortadan kaldırıldığı gibi sonuçlar doğurmaktadır.
Söz konusu keyfi hukuk, hukuk ve kanun tanımamazlık gerek ulusal gerekse uluslararası boyutta cezai müeyyideye tabi kılınmıştır.Bu anlamda Sokağa Çıkma Yasaklarının herhangi hukuki bir dayanağı olmadığından denetleyici görev üstlenen Anayasa Mahkemesi veya AİHM’den döneceği açıktır.
Daha fazla demokrasi için, daha fazla hak ve özgürlük ile hukuk güvenliği taleplerini yükseltmeliyiz. Nitekim hukuk devletinde ‘’SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI’na yer yoktur. Aksi uygulamalar, fiili Ohal veya sıkıyönetim uygulamalarıdır. Hukukun üstün olduğu ülkelerde ise bu uygulamalar tarihin karanlık ve kirli sayfalarında kalmaya mahkûmdur" Hakkari Barosu Avukatlarından Davut Uzunköprü