Nasıl sineye çekebilirim onca güzellikten kopuşu, nasıl ardımda bıraktıklarımın her birisi anlamsızlaşabilir ki. Ben bir topraktan başka bir toprağa sürülmüş bir çocuk, bir genç, bir kadın, bir ana ve bir babayım. Benim köyümde her şeyim yerli yerindeydi. Gülüşüm bir başka anlam ifade ediyordu, gözyaşım bir başka anlam.
Kuzuların sabah meleşmesi benim için bir vazgeçilmez bir ezgiydi. Köyümün aşağısında akan dere yüreğimle bütünleşen bir sonsuzluk duygusuydu bende. Yeşillikleri yaşamımın özüydü köyümün. Ben annemin ninnileriyle uyuyordum her gece. Babamın bana kışın soğuk gecelerinde bir küçük sobanın kenarında anlattığı destanlarla büyüdüm ben. Ne üşüyen ellerim vardı ne üşüyen bir ruhum o zamanlarda. Her şey doğallığında büyüyüp doğallığında sonlanıyordu köyümde.
Lastik ayakkabımın oluşu dahi bir başka özellik taşıyordu bağrında. Hele hele annemin narin elleriyle ördüğü ve sevgisini,acısını, hayallerini nakşettiği yünden çoraplar nasıl da renklendiriyordu yaşamımı yüzümdeki tebessümle. Bir de köyden olup uzun kış gecelerine duygu katan sesi yanık dengbêjlerin stranları nasılda uzaklara götürüyordu ruhumla beraber bedenimi. Hiç eksilmezdi ekmeğim, etim, pancarım, suyum ve en önemlisi mutluluğum , mutluluğumuz…..
Şimdi özünden uzaklaştırılmış, emek gücünden var etmenin bittiği , toprağın kokusundan çok ama çok uzaklarda bir yere sürgün edilmiş, parçalanmış bir ailenin, parçalanmış bir toplumun , parçalanmış duygularında yaşayan ve açken bile yüzlerdeki o sıcak o eşi benzeri bulunmayan tebessümle mutlu olmayı bilen ben( biz) yokluğun kıyısında varolma mücadelesi veriyoruz.
Kimimiz yüzlerce metre yerin altında sırf birileri ısın diye ya bir göçük altında kalıp nefesimiz kesiliyor yada boğucu gazın sonrası gözlerimizi kapatıyoruz yaşama. Kimimiz birileri deniz manzaralı, şehir manzaralı gökdelenler içinde rahat yaşasın diye yüzlerce metre yüksekliklerde kefen giyip içini ve dışını süslüyoruz gökdelenlerin. Kimimiz birilerinin sofrasında meyve sebze eksik olmasın diye karanlık yollarda ansızın bir canavara yem oluyoruz. Kimimiz soğuk bir denizin ortasında umuda doğru yolculuğun neferi olup bilmediğimiz derinliklerde kayboluyoruz. Hanii bir şairin söylediği bir şiir vardı yaa yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
İşte biz köyünden, suyundan, dağından , toprağından, sevgisinden uzaklaştırılıp yoksun bırakılan insanlara en büyük armağan acı, gözyaşı , yıkım ve ölüm oldu doğduğumuz yerden doyduğumuz yere giderken . Feleğin çarkı bize doğru ne zaman döner bilinmez ama bilinmesi ve unutulmaması gereken en önemli en değerli en vazgeçilmez şey de onurlu bir yaşam felsefesine sahip olmaktır.
Sonuç olarak yüreğimizin derinliklerine her ne kadar bir acılar silsilesi hakim olmuşsa da biz yine doğduğumuz toprağın renginde yine dirilerek varolacağız tıpkı yokluktan bir şeyi var ettiğimiz gibi. Mamoste Eyüp