Zehirli bir yılan gibi sinsi ve sessiz sürünürsün dağ eteklerinde. Etrafında geçeni ısırır, zehirler, öldürürsün. Senin her dokunduğun kişi EKS diye geçer raporlarda.
Bir mayın tarlası gibisin, her tarafı gizli tehlikelerle dolu. Mavi görünür ama siyaha boyanırsın. Vampir gibisin kan emmekten zevk alan. Genç, kadın, çocuk, yaşlı dinlemezsin.
Sen oldun olalı hep acılı yüreklerde aktın. Ağıtlar için ilham kaynağı, nice yiğitler için toplu mezar oldun. Bazen sessiz bir tehlike, bazen kuduz köpeği gibi saldırgan, terör estiren bir silahşör, bazen de cinnet getiren bir psikopatsın…
İki yüzlüsün Zapsuyu. Bir yüzün Sümbül dağına olan komşuluğunla sakin ve şirin. Öbür yüzün yer altı mafyası misali silahlanmış pusu kuran seri bir katil.. İnsanları kandıra kandıra, okşaya okşaya çekersin tuzağına. Kimini piknik yaparken, kimini araçlarıyla yoldan geçerken,kimini de yüzerken…
Yol boyu gizli bir ajan gibi takiptesin. Dertli anaların yürek yangınındasın. Sana ne silah işler ne de bomba. Her tarafın patlamaya hazır sanki …
Bre utanmaz, bre acımasız, bere vicdansız… Kaç can daha yutarsan karnın doyar. Başına çığ düşüren Sümbül’e dil uzatırsın, aldığın canları bazen taa Irak’a sürüklersin. Bre vahşi hayvan, bre küstah Zap…
Sende barınan balıklar oltaya takılıp karaya kendilerini vurarak, çırpına çırpına ölmeyi tercih ediyor. Seni dava edeceğimiz mahkeme olsaydı cinayetten, yuva yıkmaktan, annelerin yüreğini yakmaktan idam edilirsin.
Renkten renge bürünürsün. Kimi zaman bulanık, kimi zaman kirli, kimi zaman çirkin… Şekilden şekle bürünürsün. Kimi zaman kanayan yara, kimi zaman yanaktan süzülen gözyaşı, kimi zaman savaş meydanı, kimi zaman da avare, ayaş, serseri…
Nara atar gibi, saldırır gibi, kovalar gibi, yaralı bir hayvan gibi, korkutur gibi ses çıkartırsın, küfredersin. Hayat akıp gidiyor, bak yine gün bitiyor. Ama sen bize inat yine bulanık bulanık akıp gidiyorsun…
Artık sana şarkılar bestelenmiyor. Sen dertli sazımın sadece hüzün telindesin. Hakkari’min şehir mezarlığısın. Adın geçtiği yerde dudağımızda EL FATİHASIN…