DAVUTOĞLU: İSYAN ETTİM!
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu koltuğunu Binali Yıldırım'a devrettikten sonra ilk kez konuştu. Davutoğlu görevi bıraktıktan sonra neler yaptığını ve ne yapmayı düşündüğünü açıkladı.
19 Haziran 2016 Pazar 18:09
Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasının ardından Başbakan olarak atanan ve 1 Kasım 2015 seçiminde aldığı yüzde 49,5'lik oya ve parlamentoda elde edilen mutlak çoğunluğa rağmen parti içindeki kriz sonrası 22 Mayıs'ta AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık koltuklarına veda eden Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, 1 ay aranın ardından ilk kez açıklamalarda bulundu.
"Medeniyetler ve Şehirler” adlı kitabını çıkaran Başbakan Davutoğlu, İstanbul'daki yapılaşmayla ilgili yaptığı değerlendirmede, "Başbakanlığım döneminde hemen hemen her konuşmamda, bizim dönem de dahil olmak üzere İstanbul'un tarihi dokusunun tarumar edilmesine isyan ettim" diye konuştu.
Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan (19 Haziran 2016) Davutoğlu'nun açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Başbakanlık'tan ayrıldıktan çok kısa süre sonra yeni kitabınız çıktı. 1-2 hafta içinde mi yazdınız yoksa!
2002 yılında başdanışman olduğumda 4-5 kitap projem vardı. Hayatımın akışı değişince o projelerin çoğu kaldı. Osmanlı tarihinin nasıl okunacağına dair bir çalışmam vardı.
Tarihi Derinlik adını vereceğim kitabıma mukaddime gibi olacaktı. Bir bölümü şehir ve medeniyet üzerineydi. Baktım çok iyi seyreden bir bölüm oldu, ayrı bir kitap olarak yayımlamaya karar verdim. Bu kitabın yüzde 80'ini uçakta yazdım. İlk bölümdeki şehirlerle tanışma hikâyelerimi son 4 ay içinde yazdım. Teorik kısmı çok önceye dayanıyor
Başbakan olmamak nasıl bir duyguymuş? Siyasetin zirvesindeyken şimdi sade bir milletvekilisiniz. Boşluk hissediyor musunuz?
Herhangi bir vazifeyi ya da mesleği hayatınızın esası kabul ederseniz, ayrılınca boşluğa düşersiniz. Ama hayatınızın esasını anlam dünyanıza oturtmuşsanız, meslek ve makam sadece o anlam dünyasının bir parçasıysa, öyle hissetmezsiniz.
İnsanoğlunun varoluşsal anlamda en önemli anları, bitiş ve başlangıcın buluştuğu anlardır. 22 Mayıs kongresi sonrası bitişle başlangıcın kesiştiği noktadaydım.
Hâlâ siyasetin içindeyim. Kopmadım. Hiçbir şevk kaybı hissetmiyorum. Çok yoğun bir devlet temposu vardı. Bir tek o anlamda yoğunluğum azaldı. Hayatta en güçlü insan kendisiyle barışık olandır.
Peki, İstanbul'un bu tarumarından kimler sorumlu?
İstanbul'da geçmişten bu yana kadim bir şehir geleneği var. Fatih Sultan Mehmet'ten itibaren başlayan, özellikle Mimar Sinan'la şekillenen kadim bir mimarisi var. 19 yüzyıl'da akslara doğru yayılmaya başladı ama o dönem de belli bir uyum içinde gelişti. Ne var ki İstanbul'un modernite ile karşılaşması esnasında modern bir şehir yaratmak adına köklü şehrimize hoyratça davrandık.
Bu tek bir dönemde olmadı. Cumhuriyetin ilk yıllarında vakıf eserlerinin depolara, ahırlara koyulmasından başlayan, yüzlerce caminin, sebilin, medresenin, külliyenin başka amaçlarla kullanılıp, tahrip edildiği bir dönem var. Modernite adına Vatan ve Millet caddelerinin açılması esnasında kaybettiğimiz eserler var.
İstanbul gibi organik bir şehri Paris gibi mekanik bir şehre dönüştürmeye çalıştığınızda organik hayat yok oluyor. Şimdi ise İstanbul, moderniteden küreselleşmeye geçme aşamasında.
Köklü ve kadim tarihe sahip olan, moderniteyle yüzleşmiş ve tahribatını görmüş olan, küresel bir şehir olma iddiası taşıyan yegane şehir İstanbul'dur. Bu üçünün aynı anda gerçekleşmesi İstanbul için çok ağır bir yük.
Başbakanlığım döneminde hemen hemen her konuşmamda, bizim dönem de dahil olmak üzere İstanbul'un tarihi dokusunun tarumar edilmesine isyan ettim. Başbakan olarak bu konuda toplumsal duyarlılık oluşturmaya çalıştım. Önüme gelen her projede belediye başkanlarına İstanbul'un ne kadar korunduğunu sordum.
Özellikle “Tarihi İstanbul'da, Eyüp, Üsküdar ve Galata'da tek bir taş oynayacaksa haberimiz olacak” dedim. Yeni teknolojiler aldatıcı olabiliyor. Animasyon ile bir proje getiriyorlar ama o hayal dünyasının tarihi dokuya oturtulması esnasında doğabilecek faciayı düşünmüyorlar.
İktidarımızın ilk yıllarında Haydarpaşa'ya yedi gökdelen projesi getirdiler. Güya İstanbul'un yedi tepesiyle anoloji kuruyor. O projeye karşı çıkmıştım. Mimari olarak yaratıcı gelebilir ama Marmara'dan ya da Karadeniz'den tarihi yarımadaya gelirken Süleymaniye'yi, Ayasofya'yı o tarihi silüeti ezen her şey İstanbul'a zulümdür.
İstanbul küreselleşmeyi tarihi dokuya zarar vermeyecek bir hattın dışında gerçekleştirmelidir. Ben hep bunu savundum. Maslak bile bana şehre çok yakın gelmişti. İstanbul'un gerek Kocaeli gerekse Tekirdağ hattında gelişebileceği alanlar vardı.
Bunu yapmak yerine şehrin yakınında tarihi dokuya hançer gibi saplanan Gök Kafes, 16-9 gibi projeler yapıldı. Tek başına ele alındığında fonksiyonel ve faydalı görünen bu projeler o topografyanın içinde zulme dönüşüyor.
Başbakanlığım döneminde bu konuya hep eleştirel yaklaştım. İstanbul çok hızlı gelişen bir şehir. Bu şehrin ihtiyaçlarına cevap verirken ama dokusunu kaybetmesine izin vermemenin yolunu bulmalıyız.
İstanbul ve Konya dışında yerleşmeyi isteyeceğiniz bir şehir var mı?
Mardin'de bir evim olmasını hep istemişimdir. Edirne'de Selimiye'yi gören bir ev de hayal ederim. Kızılırmak'ın kenarında Amasya'nın yalı evlerinden birinde de olabilir. Diyarbakır'daki Sur'un içinde bir yer de olabilir.
Diyarbakır demişken ‘Sur'u Toledo yapacğız” sözünüz tartışma yaratmıştı...
O sözüm istismar edildi. Toledo'nın aslı Endülüs şehridir. Toledo'nun özel dokusunu korumak için kanun bile çıkarıldı. Sur'un da Toledo gibi korunmasını kast etmiştim. Tarih bilgisi olmayan, Toledo'yu sadece faşist dönemle bilenler sözlerimi yanlış yere çektiler. basından
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Hakkari Haber TV