22 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Ankara13°C

DİZİLERİN HAYATIMIZDAKİ YERİ

Dizilerin hayatımızdaki yeri

Günümüzde televizyonun girmediği ev hemen hemen yok. En fakir ailede bile varken bazı evlerde birden fazla bulunmakta. Ve birçok insan ortalama 3 saatten fazla zamanı televizyon başında geçirmekte.

13 Şubat 2015 Cuma 09:50

Peki, bunun faydaları mı zararları mı çok?Tabiki zararları çok daha fazladır. Birçok TV programı insanların sadece hoş vakit geçirmeleri için tasarlanmış. İnsanları farkında olmadan hantallığa ve zayıf bir beyne iten otomatik makine haline getirmektedirler.

Misal,  akşam 8:00 de en sevdiğiniz dizilerden bir tanesi var ve bu dizi ortalama 3 buçuk saat sürüyor. Siz bütün hayatınızı bu sevdiğinizi dizilere doğru yönlendiriyorsunuz. Bu yönlendirmeniz içine, çocuklarınız, anneniz, babanız ve bütün sevdikleriniz giriyor. Siz onlarla ilgilenmek yerine zamanınızı o sevdiğiniz filmlere harcıyorsunuz. Ee diyeceksiniz ki, “bunun zararı neresinde stres atıyoruz”.

Evet, stres atacaksınız, ama zamanınızın çoğunu TV başında geçirmek stres atmaktan çok, stres yaratmaya yöneliktir. bilim adamları, TV’nin yaydığı leptin ve ghrelin ışınlar hormonları etkileyerek vücutta hormonaldengesizliklere yol açar. Buda insan vücudundaki hem psikolojikhem de fiziksel hastalıklara yol açmaktadır. Buda stres oranını artırmaktadır.

1-002.jpgPeki, zararları nelerdir;
Bütün günü televizyon başında geçirmek insanın bağışıklık sistemine zarar vermektedir, ayrıca televizyondan yayılan ışığın melatonini azaltması nedeniyle hormanol dengesizliklerin yanı sıra kansere bile yol açmaktadır.

– Çok televizyon izleyen çocukların ruhsal dengesizlik yaşaması, ayrıca erken ergenlikle karşı karşıya kalmaktadırlar.

– Günümüzde artık çok rahat etkisini gösteren, şiddet, cinsellik, uygunsuz haber ve seviyesiz programlar insanların psikolojik rahatsızlıklara itmektedir. Bu ise bilinçsiz ve geri kalmış bir topluma hazırız demek anlamına gelmektedir.

- Bir çok programcı kendi reytingleri uğruna insanların zaaflarını kullanarak bizleri bir nevi “aptal” durumuna düşürmektedirler.

– Çok televizyon başında durmak, imsomnia gibi uyku problemine yol açmaktadır.

– Televizyon görsel içerik olduğundan, insanlara izlerken düşünme imkanı vermez. Buda zeka gelişimine katkıda bulunmaz. (Belgesel tarzı bilgi içerikli yayınlar hariç.)

– Göz bozulmalarına neden olur.
– Dikkat dağınıklığı ve unutkanlığa yol açar.
– Çocuklarda televizyon karakterini örnek alarak, suç oranı artabilir. (Örnekleri vardır.)
– İnsanları gerçekten koparma ve hayalciliğe yönelik yaşam oluşturur. Bu ise büyük bir psikolojik rahatsızlık haline gelebilmektedir.
– Kendi kültürünü unutma.

Evet, televizyon aslında bilinçli kullanıldığında, insan hayatını oldukça kolaylaştıran bir iletişim aracı olabilir. Ne yazık ki insanlarımız artık televizyonun esiri haline gelmişken, bilinçli bir kullanım söz konusu değildir.

Her sezon başında nerdeyse yüze yakın yeni dizi yayına başlıyor ve nasıl olduğunu anlamadan nerdeyse hepsini az buçuk seyrediyoruz. Pek hayra alamet olmayan bu durum hayatımızı da derinden etkiliyor. Bir dönem çocukların ve gençlerin dizilerdeki şiddetten etkilenerek birbirlerini yaralamaları ve hatta öldürmeleri uzun uzadıya tartışıldı. Sonra unutuldu.

Ama kimse gayrı meşru çocuk, nikâhsız birlikte yaşamak, taşıyıcı annelik gibi konuları işleyen ve bu gibi durumları sıradanlaştıran dizileri çok fazla eleştirmedi. Yakın zamanda, lise çağında bir genç kızın kendisinden yaşça büyük birinden bebek bekliyor oluşunun anlatıldığı bir dizide, genç kızın ailesini karşısına alarak çocuğunu doğurmakta ısrar edişine bile ses çıkaran olmadı.

Milletçe o kadar hoşgörülü olduk ki entrikalarla, gayri ahlâkî sahnelerle dolu dizileri bile yüzümüz kızarmadan seyredebiliyoruz.

2-001.jpgMilletçe televizyon dizilerine düşkünlüğümüz 1980’li yıllarda televizyonun evlerimizin başköşesine kurulmasıyla başladı. Ne zaman ki aile büyüklerinin, dede ve ninelerin anlattığı mesellerin, kıssaların yerini o aptal kutusunun beyaz camında görünen hikâyeler almaya başladı o zaman ailelerimizde de bir şeyler değişmeye başladı.

Hayata bakışımız, alışkanlıklarımız, selamlaşmalarımız bile farkında olmadan bize ait olmayan bir hale geldi. Komşuluk ilişkilerimiz, aile bağlarımız bambaşka bir hal aldı. Entrika, kin, intikam, çıkar ilişkileri üzerine kurulu yapımlar reyting almaya başlayınca yapımcılar ve televizyon yöneticileri hiç düşünmeden bu tür işlere ağırlık vermeye başladılar.

Artık evimizin başköşesinde her akşam ailece karşısına oturup bizi bütün sıkıntılarımızdan birkaç saatliğine uzaklaştırması için gözümüzü diktiğimiz dizilerin tek varlık sebebi daha çok reklam alıp dizilerin yapımcısına, televizyon kanalına ve reklam verenlere daha çok para kazandırmak.

Senaristler asla ve asla yaşadıkları cemiyeti tanımıyorlar. Çünkü halktan kopuk yaşıyorlar. Zaten gariban bir halk çocuğu da karnını doyurmaktan fırsat bulup ben senarist olacağım demiyor. Doğrusu merak ediyorum, acaba kaç dizi senaristi yer sofrasında dizini kırıp yemek yemiştir? Kaçı soba yakmıştır hayatında? Mesela hiç çeşmeden evine su taşıyan olmuş mudur? Yeşilçam’da bir oyuncunun, hayatında hiç yapmadığı bir işi rol gereği yapacak olsa, gidip birkaç zaman o işte çalıştığını duymuşsunuzdur.

O yüzden o filmleri biz hala seyrediyor ve hala keyif alıyoruz. Dizilerde normal bir aile bile üç katlı villalarda yaşıyor. Günümüz Türkiye’sinde kaç aile havuzlu villada yaşıyor? Eh, senaristlerin çoğu kendilerinin halkın üstünde görürlerse, en fakir karakterini bile villada oturtur tabiî. Böyle olunca da dizilerdeki karakterlerin ne kadar gerçeği yansıttığını varın siz düşünün.

Benim yeğenim yaptığım hiçbir şeyi kaçırmaz. Zaten senaryo yazarken ya da çekim yaparken, kendi yeğenime yapıyormuşum gibi çalışırım. Çünkü ona asla zarar veremem, dolayısıyla kimsenin çocuğuna da zararlı bir ürün ortaya çıkarmam. Herkes bu hassasiyeti taşısa, yavrularımızı, gelecek nesillerimizi daha iyi koruruz. Ama bu diziler sayesinde hayal güçleri yara almış küçük beyinler yetiştiriyoruz.

Toplumumuzun dizilere olan merakı herkesin malumu. Ait oldukları ülkelerden dahi çok izlenen yabancı diziler vardı bizde. Sektörü elinde bulunduranlar, toplumun bu alana yönelik ilgisini keşfettiğinden bulunduğumuz noktaya gelindi.Hiçbir dizide başörtülü bir kahraman ya da karakter göremezsiniz.

Oysaki yapılan araştırmalarda toplumun yüzde 62’sinin şu veya bu şekilde örtündüğü belirtilmişti. Dizilerde sunulan yaşam biçimi bu topluma ait olsaydı, hiç kuşkusuz kahramanların büyük çoğunluğunun da toplumun yaşam biçimini yansıtıyor olması gerekirdi. Bu topyekûn yürütülen bir proje midir, bilemiyorum doğrusu.

Ama sektörü yönlendiren bazı çevrelerin bunu akıllarından geçirmediğini düşünmek safdillik olur bence.Dizi senaristleri pek tabi ki toplumu tanıyorlar. Hatta toplum hassasiyetlerini tanıma konusunda hayli gelişmiş melekelere sahipler. Çünkü yeri geldiğinde bu hassasiyetleri kâra dönüştürmek gibi bir meslekleri var.

Ancak onlar da TV sektörünün birer kahramanı olduklarından, kendilerini riske sokacak bir proje üzerinde çalışmak istemezler. Nihayetinde toplum değerlerine uygun işler yapan çok az dizi tutulmuştur ve tutunamayan projeler büyük hüsranlarla sonuçlanmıştır.

Maalesef televizyonlarda ve basında aile, bir değer olarak yer almamakta. Evlilik dışı ilişkiler, sınırsız cinsel hayat, dini değerleri sosyal hayattan soyutlama, Türk aile birlikteliğini tehdit ediyor. Başkasının aşkı, mutluluğu, mutsuzluğu çatışmayla verildiği için heyecan uyandırıyor. 

 

 
 
Yorumlar
YASAL UYARI: Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Hakkarihabertv.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.