22 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Ankara15°C

HAKKARİ EĞİTİM-SEN'DEN YARIYIL DEĞERLENDİRMESİ

Hakkari Eğitim-Sen'den yarıyıl değerlendirmesi

Hakkari-Eğitim-Sen Hakkari Şubesi 2015-2016 eğitim öğretim yarıyıl tatili ile ilgili bir açıklama yaptı.

22 Ocak 2016 Cuma 14:42

Eğitim-Sen Hakkari Şubesi Eş Başkanı Süleyman Aşkan, Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır birikerek artan sorunları her geçen yıl katlanarak artmaktadır dedi.

Aşkan;" Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) eğitimde sorunlara kalıcı çözümler üretmekten çok, yeni sorunlar yaratan politika ve uygulamaları nedeniyle eğitim emekçileri, öğrenciler ve veliler sürekli mağdur edilmektedir.

2015-2016 eğitim öğretim yılının birinci yarısı, bölgede yaşanan çatışmalar, sokağa çıkma yasakları ve fiili sıkıyönetim uygulamaları nedeniyle geçmiş yıllardan farklı sorunları gündeme getirmiştir.

Eğitim öğretim yılının çatışmaların ve silahların gölgesinde açılması, üstelik bu sürecin tüm yarıyıl boyunca sürdürülmesi, gerek ülkemiz, gerekse öğrenci, öğretmen ve veliler açısından benzeri daha önce görülmemiş riskleri ve uygulamaları gündeme getirmiştir.

Türkiye tarihinde benzer bir örneğine daha önce hiç rastlanılmamış bir şekilde, aylardır ülkenin bir bölümünde yaşanan çatışmalar nedeniyle öğrenci ve öğretmenler can güvenliği endişesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Aylardır bölgede fiilen olağanüstü hal (OHAL) koşullarının yaşanması, eğitim öğretimi durma noktasına getirmiş, başta çocuklar ve öğretmenleri olmak üzere, sivil halkın can ve mal güvenliği daha önce hiç olmadığı kadar büyük tehditlerle ve tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır.

Çatışmalı süreç ve sokağa çıkma yasakları eğitim hakkına büyük darbe indirmiştir!

2015-2016 eğitim öğretim yılının birinci yarısını geçmiş yıllardan ayıran en önemli farklardan birisi, Cumhuriyet tarihinde ilk defa Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından öğretmenlerin “hizmet içi eğitim” bahanesiyle öğrencilerinden ve okullarından ayrılmak zorunda bırakılması olmuştur. 

MEB, Cizre ve Silopi’de “askeri operasyon yapılacağı” gerekçesiyle eğitim öğretim kurumları olan okullar ve yurtların boşaltılmasını sağlamış, ardından bölge illerinde uzun süreli “sokağa çıkma yasağı” ilan edilmesi nedeniyle eğitim-öğretim fiilen durdurulmuştur.

Yaşanan sokağa çıkma yasakları nedeniyle on binlerce öğrencinin eğitim-öğretim hakkı gasp edilmesi, çocukların ve sivil halkın hedef haline gelerek ölmesi olmuştur. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 6. Maddesi her çocuğun yaşama hakkına sahip olduğunu ve devletin çocuğun yaşamını ve gelişimini güvence altına almakla yükümlü olduğunu belirtmesine rağmen, eğitim öğretimin birinci yarıyılı çocuk ölümlerinin en yoğun yaşandığı dönem olarak tarihe geçmiştir.

2015-2016 eğitim öğretim yılının birinci yarısı, sokağa çıkma yasağının olduğu ilçelerde fiilen kayıp bir dönemin yaşanmasına neden olmuştur. Sokağa çıkma yasakları kapsamında Cizre’de 104 okulda öğrenim gören 41.127 öğrenci, Silopi’de ise 68 okulda öğrenim gören 39.128 öğrenci olmak üzere toplam 80.255 öğrenci ve 2.991 öğretmen bu süreçten olumsuz etkilenmiştir. MEB her ne kadar ‘telafi eğitimi yapılacak’ iddiasında bulunsa da, öğrenci ve öğretmenlerin bu süreçte yaşadıkları ‘travma’ ve ‘endişe’lerin telafi edilebilmesinin hiç de kolay olmadığı açıktır.

Askeri darbe dönemlerinde bile örneklerine rastlanmayan, 1990’lı yılları bile gölgede bırakan yoğun baskı ve şiddet ortamında, hem okullar çatışmaların hedefi haline getirilmiş, çok sayıda okul ve hastanenin yakılarak tahrip edilmesi nedeniyle eğitim ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere tüm kamu hizmetleri kesintiye uğramış, halkın günlük yaşamı pek çok açıdan alt üst olmuştur.

Eğitimde ticarileşme ve dinselleşme uygulamaları artmıştır

Siyasi iktidar eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirme uygulamalarına hız kesmeden devam etmektedir.

Eğitimin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi denildiğinde akla gelen, devlete ait eğitim kurumlarında çeşitli adlar altında para toplanması, özel öğretim kurumlarının kamu kaynakları ile desteklenmesi, eğitim politikalarının eğitim-piyasa ilişkisine göre belirlenmesi ve halkın cebinden yaptığı eğitim harcamalarının belirgin bir şekilde artması gibi farklı uygulamalar geçtiğimiz eğitim öğretim yılında artarak sürmüştür.

Geçtiğimiz yıllar içinde devlet okullarının sayısı belirgin bir şekilde azalırken her fırsatta kamu kaynakları ile desteklenen, çeşitli muafiyet ve istisnalar ile açılması teşvik edilen özel ilkokul ve ortaokul sayılarındaki artış artarak devam etmektedir.

Velilerin çocuklarını özel okullara yönelmesinde kamu eğitim kurumlarının 4+4+4 nedeniyle yaşadığı tahribat belirleyici olmuştur. 4+4+4 sonrasında özel okulların toplam okullar içindeki oranının 3 kat artmış olması bu açıdan bakıldığında dikkat çekicidir. 4+4+4 ile artan zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirmiş, bu durum kaçınılmaz olarak devlet okullarındaki eğitimin zayıflamasına neden olmuştur.  

Eğitim, devredilemez bir kamusal haktır. Bu alanda yapılan çeşitli araştırmaların da gösterdiği gibi, devlet okullarında paralı eğitim uygulamaları yaygınlaştıkça, en düşük gelir dilimindeki yüzde 20’lik kesimin gelirleri içinde eğitim harcamalarına ayırmak zorunda oldukları pay artmaktadır.

Söz konusu artış ise ancak gıda ve sağlık harcamalarından kısılarak gerçekleştirilebilmektedir. Bu koşullarda devlet okullarında eşitsizlikleri derinleştiren örnekler, var olan toplumsal eşitsizlikler doğrultusunda okulları tasnif etmeye yaramakta ve zenginle yoksula ayrı ayrı “devlet okulu”, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna, başarı düzeyine göre farklı “sınıf”lar oluşturulmasının önünü açmaktadır.

Piyasacı eğitim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, yurttaşların müşteri haline getirilmesini hedefleyerek, toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirmektedir. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar, farklı bölgeler, birbirleriyle rekabet içine sokularak eğitim hizmetleri piyasa kurallarına göre düzenlenmesi kabul edilemez.

Eğitimin bütün kademeleri bir taraftan hızla ticarileştirilip, piyasa ilişkileri içine çekmeye çalışılırken, diğer taraftan giderek artan eğitimi dinselleştirmeye ilişkin yasal ve fiili uygulamalar geçtiğimiz dönemde belirgin bir şekilde artmaya başlamıştır.

MEB eğitim sistemini, Diyanet İşleri Başkanlığı, dini cemaatlerin kurduğu vakıf ve derneklerle işbirliği halinde adım adım dini referanslara göre biçimlendirmeye ve dönüştürmeyi sürdürmektedir. İktidarın bugüne kadar eğitim sisteminde ve günlük yaşamda ortaya koyduğu temel pratik, her türden dini inancı istismar ederek ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak çocuklarımızı ve toplumu “tek din, tek dil, tek mezhep” anlayışı üzerinden “tek tipleştirmek” olmuştur.

Laiklik, dinin devlete, devletin de din alanına müdahale etmemesi, birbirine dayatmada ya da yönlendirmede bulunmamasının güvencesi, her düşünce ve inancın hiçbir baskı altında kalmadan özgürce yaşamasının temel ön koşuludur.

Devlet, bütün dinler ve inançlar karşısında tarafsız olmak, bütün yurttaşlara eşit mesafede durmak zorundadır. İktidar elini toplumun inançlarından çekmeli, eğitimde ya da başka bir alanda kendi düşüncelerini tüm topluma dayatmaktan vazgeçmelidir. 

Temel lise uygulaması eğitimde özelleştirmeyi hızlandırmış, okulları dershaneye çevirmiştir

AKP iktidarı döneminde sayıları iki kat artan dershaneler, “paralel ile mücadele” adı altında kapatılıp özel okula dönüştürülürken, bu durumu fırsata çevirmek isteyen MEB, “Temel Lise” adı altında yeni tür özel liseler oluşturmuştur.

Çoğu dershaneden dönüşen, ara katlarda, iş hanlarında açılan ve bir okulda olması gereken en temel özelliklerin bile aranmadığı temel liselerin asıl işlevinin lise eğitiminin içinin boşaltılarak hızla özelleşmesi ve tamamen üniversite sınavına endeksli hale getirilmesi olduğu açıktır. Nitekim bazı temel lise reklamlarında “okul + dershane + test merkezi” gibi ifadeler kullanılması, lise eğitiminin nasıl içinin boşaltılacağının ipuçlarını vermektedir.

MEB, 2015-2016 eğitim öğretim yılında aralarında temel liselerin de olduğu özel liselere gidecek her öğrenci başına “3 bin 220 TL” eğitim teşviki vermeye başlanmıştır. 2015-2016 eğitim öğretim yılında lise son sınıflar fiilen üniversite hazırlık sınıfına dönüşürken temel liselerin son sınıfına kayıt fiyatları 15-25 bin TL arasındadır.

Devlet liselerinden temel liselere kaçısın engellenmesi için devlet liselerinin de dershanecilik faaliyetleri yapmaya başlamıştır. Özellikle yüksek puanla öğrenci alan okullar, öğrenci kaçışını önlemek için öğrencilerine yönelik sınavlara hazırlama kursları açmaya ve hatta velilerden para toplayarak özel öğretmen kiralamaya bile başlamışlardır. 

Okullarda ve üniversitelerde soruşturma, sürgün, gözaltı ve cezalar hız kesmedi

Okullarda ve üniversitelerde Eğitim Sen üyelerine yönelik olarak başlatılan soruşturma, sürgün, baskı ve cezaların en yoğun olduğu dönemlerden birisi yaşanmaktadır.

Başta eğitim hakkı olmak üzere, temel hak ve özgürlükler konusundaki yıllardır ilkeli ve kararlı duruşundan taviz vermeyen üyelerimiz, kimi zaman tamamen iktidarın denetimine giren ‘yargı’ ve ‘hukuk’  kıskacına alınarak cezalandırılmak istemekte, kimi zaman da tamamen siyasi talimatlar ile sürgün kararları verilerek yıldırılmak istenmektedir.

MEB, Cizre ve Silopi’deki öğretmenleri ‘hizmet içi eğitim’ bahanesiyle çekerek, askeri operasyonlara açıkça destek vermiş, bu şekilde öğrencilerin eğitim hakkını ihlal etmiştir.

Öğrencilerimizin eğitim hakkı ve can güvenliğinin sağlanması, savaşın değil, barışın savunulması amacıyla 29 Aralık’ta KESK, DİSK ve TMMOB öncülüğünde gerçekleştirilen ‘hizmet üretiminden gelen gücün kullanılması’ eylemine katılan öğretmenlere, ilginç bir şekilde ‘eğitim hakkını engellemek’ suçundan soruşturmalar açılmıştır.

MEB’in aldığı kararla öğrencilerin eğitim hakkını elinden alırken, öğrencilerin eğitim ve yaşam hakkı için eylem yapanlar hakkında soruşturma açması utanç vericidir. Bakanlığın Eğitim Sen üyelerine sendikanın almış olduğu karar nedeniyle ceza veremeyeceğini bile bile soruşturma açması, iktidarın ve MEB’in suçluluk psikolojisinin tipik bir yansımasıdır.

Son olarak önemli bir bölümünü sendikamız üyelerinin oluşturduğu ‘Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’ne yönelik linç kampanyası, hukuksuz bir şekilde gerçekleştirilen soruşturma ve gözaltılar ülkede eğitime, eğitim ve bilim emekçilerine ne kadar değer verildiğini göstermesi açısından ibret vericidir.

‘Çocuklar ölmesin’ diyen öğretmene soruşturma açan, barış için imza veren akademisyenleri hedef göstererek linç etmeye çalışan bir zihniyetin ne bu ülkeye, ne de eğitime herhangi bir katkısının olması mümkün değildir. 

Eğitim yöneticileri ile ilgili yargı kararları derhal uygulanmalıdır

MEB tarafından başından sonuna siyasal kadrolaşma operasyonu olarak gerçekleştirilen eğitim yöneticilerinin değerlendirilmesi, görevlendirilmesi ve görevden alınmasına ilişkin uygulamalarla eğitim yöneticilerinin değerlendirilmesi sürecinde çok sayıda okulda “adrese teslim” görevlendirmeler yapılmıştır. Sözlü sınav üzerinden yapılan atamalar ile liyakat ve objektiflikten yoksun olarak yapılan görevlendirmeler birer birer yargıdan dönmektedir. 

Eğitim Sen yıllardır, eğitimin bütün kademelerinde yöneticiler belirlenirken, hiç kimse siyasi görüş, kimlik, mezhep, inanç ya da sendika farklılığı nedeniyle fiilen cezalandırılmaması gerektiğini,  yönetici değerlendirme ölçütlerinin tamamen objektif ve bilimsel kriterlere dayanarak belirlenmesini savunmaktadır.

Eğitim yöneticilerinin belirlenmesi sürecinde siyasi ya da sendikal referanslar değil, liyakat ilkesi temel alınmalı, özellikle Eğitim Sen üyesi eğitim yöneticilerine yönelik her türlü tehdit, taciz ve şantaj uygulamalarından derhal vazgeçilmelidir.

Yapılması gereken haksız bir şekilde yapılan görevlendirmelerin ve görevden almaların yargı kararlarına uygun olarak yeniden düzenlenmesi, tüm şube müdürlerinin görevden alınması ve haksız bir şekilde görevden alınan şube müdürleri ve okul müdürlerinin görevlerine geri dönmesidir.

Ataması yapılmayan öğretmenler ve yardımcı hizmetliler sorunlarına kalıcı çözümler bekliyor

Eğitim sisteminin yıllardır çözüm bekleyen sorunlarından birisi de sayıları 300 bini aşan ataması yapılmayan öğretmenler sorunudur. Hükümetin bugüne kadar eğitim sisteminin ihtiyacı kadar öğretmen atamaması, Türkiye’nin kısa bir zaman içinde hali hazırda mevcut işsizler ordusunun yanı sıra, ikinci bir işsiz öğretmenler ordusu ile karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.

Bu durum atama bekleyen işsiz öğretmen sayısını her geçen yıl arttırarak, işsiz öğretmenleri büyük bir strese sokmakta, intiharlara kadar varan olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bugüne kadar ataması yapılmadığı için bugüne kadar 41 işsiz öğretmen intihar etmiştir.

Eğitimde yıllardır sorunlarının çözülmesini bekleyen bir diğer kesim ise genel idari hizmetler, teknik, yardımcı hizmetler ve 4-c statüsünde çalışan eğitim emekçilerinin karşı karşıya oldukları sorunlardır.

Eğitimin sağlıklı bir şekilde işlemesi için büyük emeği olan bu arkadaşlarımızın görev tanımının ve mesai saatlerinin çoğu zaman belli olmaması, görev tanımları olmadığı için her işi yapar hale getirilmesi, çözülmesi gereken acil bir sorundur. Özellikle yardımcı hizmetler alanında yaşanan taşeronlaşma uygulamalarına derhal son verilmek zorundadır.

Eğitimin ve eğitim emekçilerinin yaşadığı tüm ekonomik, sosyal ve özlük sorunlar çözülmelidir

Okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve her bireyin kendi anadilinde yapılması ilkesine uygun adımlar atılmalı, eğitimde yaşanan ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir. Hakkarihabertv.com

Yorumlar
YASAL UYARI: Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Hakkarihabertv.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.