Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma yazısında: Muhtemelen yazımızın başlığını gören birçok okuyucum, taaccüb edip, “Hoca bunları nereden uyduruyor?” diye söylenecektir. Ama biz yine de yazımızı yazmaya devam edelim.
Doçentlik tezimi hazırladığım yıllardı. O zamanlar Erzurum’da olduğumdan, ve günümüz elektronik imkânları da bulunmadığından, ancak yaz tatillerinde İstanbul’a gelip, araştırmalarımızı buradaki arşiv ve kütüphanelerde sürdürebiliyorduk. Kütüphanelerin müdavimlerinin çoğu da yabancılardı.
Bir gün biz kütüphane müdavimlerinin kendimiz için ihdas ettiğimiz “çay molası” için Süleymaniye kütüphanesinden çıkmış, camiye nazır çayhanede çay içiyorduk. Yurt dışından gelmiş olanlar içerisinde, şimdi adını unuttuğum bir Yemenli araştırmacı da vardı. Hem çay içiyor, hem de birbirimize araştırma konularımızı sorup ilmî musahabe ediyorduk.
Bir ara o Yemenli arkadaş bana, hangi konuda araştırma yaptığımı sordu. Cevabımı alınca da çok şaşırdığını hatırlıyorum. Çünkü Yemen üzerinde çalışıyordum ve o da Yemenliydi… Sonra da ben kendisine hangi konuda araştırma yaptığını sormuş; Şeyh Abdulbasıt Abdussamed cevabını almıştım.
Malum olduğu üzere rahmetli Şeyh Abdulbasıt Abdussamed’i, o nefis Kur’an okuyuşu ile bütün İslâm âlemi tarafından tanınır…
Bu arada bizim Yemenli araştırmacı nereli olduğumu sordu; ben de Siirtliyim, dedim. Bu sefer Yemenli, “biliyor musun; Şeyh Abdulbasıt Abdussamed de sizin oralardan, yani Hakkâri’den demez mi? Fevkalade şaşırmıştım. Hani bizim Erzurumluların bir deyimi var ya; “Erzurum nire, İstanbul nire?” diye; bu da aynı misâl… Çünkü herkes gibi ben de Şeyh Abdulbasıt Abdussamed’i Mısırlı biliyordum.
Meğer yanılmışım: Şeyh Abdulbasıt Abdussamed’in dedeleri Hakkâri’den Mısır’a göç etmişler. Mamafih Mısır’a gittiğimde asılları Hakkârili olan ulemâ ile tanışmış; fakat onlar bu güzel gerçeği bana söylememişlerdi. Belki denk düşmemişti. Nitekim benimle Kürtçe konuşmuş, Mele Ahmed-i Cizirȋ’den şiirler bile okumuşlardı.
Kıyı-köşede kalmış olan Hakkâri’miz hakkında bu gibi güzellikleri öğrenince, kendimce bazı küçük araştırmalarda da bulundum ki gerçekten Hakkâri’nin, tarihimizin büyük bir ilim merkezi olduğunu tesbit ettim. Özellikle tarih konusunda şaheser bir eser yazmış olan Bedruddin ‘Ayni’in henüz tamamı basılmamış olan eserinde Hakkâri ulemâsı hakkında bolca malumat bulunmaktadır
1].
Peki, bu bayram gününde, Korona hazretlerinin bütün dünyada hükümfermâ olduğu bir sırada neden böyle bir yazı?
Daha önce bu konudaki yazılarımızda belirtmeye çalıştığımız gibi, kanaatimiz odur ki, tarih boyunca bu gibi âfetler, Allah’ın emrettiği yaşam tarzının terk edilip, “şeytanȋ” bir yaşam tarzının benimsenmesinden kaynaklanıyor! Allah biz kullarını ikâz için zaman zaman böyle âfetler göstermiştir ki, Kur’an-ı Kerim’de bunun örnekleri çoktur! Böyle olduğu için, bu gibi hâllerde nasıl davranılması gerektiğini de son Peygamber Hz. Muhammed(s.a.s) açıkça belirtmiştir:
“Veba olan yere girmeyiniz; ve veba olan yerden de kimse çıkmasın!”
Bu konuda değerli İslâm Tarihçimiz ve kendisiyle övündüğüm öğrencim Prof. Dr. Adnan Demircan uzun bir makale yazdığından
[2] ayrıntılara girmiyoruz.
Dünya geneline baktığımızda ve özellikle Türkiye’de, Hz. Peygamber(s.a.s)’in emrine uyup veba/Korona bölgesinden çıkmayanlar ve de Korona’nın olduğu yerlere girmeyenler, pandemiyi güzel atlattılar/atlatıyorlar.
İşte bu kurala en güzel uyanlar, yani Peygamber Efendimiz’in emrettiği gibi Korona olan yerlere gitmeyenlerin ve dolayısıyla Korona vakalarının “0” olduğu yerlerin başında Hakkârililer geldiği için Türkiye’nin en kültürlü şehri Hakkâridir! diyoruz!
Hakkarili vatandaşlarımızı tebrik eder, herkesin onlar gibi ilkeli olmaları temennimle…
Bu konuda daha fazla bilgi almak isteyen okuyucularımız, büyük tarihçimiz Bedrüddin ‘Aynȋ’nin meşhur kitabı ‘İqdu’l-Cumân fȋ tarihi ehli’zaman’ adlı muhteşem eserine müracaat edebilirler. Bu arada bir hatıramı ve bir şikâyetimi de arz etmeden geçemeyeceğim. Birkaç sene önceydi. Bir konferans vermek üzere Gaziantep’e gitmiştim. Şehrin en büyük konferans salonunda konuşmama başlamadan önce şöyle bir giriş yapmıştım:
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım ve sevgili Gaziantepliler! Bendeniz tarihçiyim. Biliniz ki Müslümanların Tarihi konusunda yazılmış olan eserlerin en büyüklerinden birisi, Bir Gaziantepli olan Bedruddin ‘Aynȋ tarafından yazılmış ve İstanbul’daki III. Ahmet Kütüphanesi’nde elyazması olarak duruyor. Bunu tercüme ettirip bastırmamak, Gaziantep için bir ayıptır.
Dolayısıyla Valilik ve Belediye olarak bunu yapacağınıza şurada söz vermezseniz, ben de konferansımı yapmadan sahneden inip İstanbul’a geri döneceğim!
Gerçekten söz verdiler; fakat sözlerinde durmadılar!
Ey Gaziantepliler! Bayramınız mübarek olsun. Baklavanız da afiyet olsun. Ama bana verdiğiniz bu sözünüzü unutmayın!”
Hakkâri uleması hakkında, zamanımızın en büyük tarihçilerinden birisi olan Dıhok ulemasından Tahsin Doskȋ’nin ve çağdaş Hakkâri ulemasından Halit Yalçın’ın da bu konuda güzel eserlerinden de yararlanılabilir.