Kar beyazı kefen sarmıştı tüm yolları. Soğuk ve ayaz tenindeydi duran kalbine inat. Tespihi parmaklarına sıkışmıştı, son damla gözyaşı yanağına. O zor adam, çınar ağacı sessiz gitti kimselere veda etmeden…
Karlar erise de, bahar gelse de, bize bıraktığın kış, yas ve acı bitmeyecek. Dik duruşun, gür sesin, varlığın ile vardık. Yokluğuna nasıl alışırız bilmiyorum, bizi yetim bıraktın Reis… Evdeki tekli koltuğunda şimdi karanfiller ve resmin var, dizinde de Fatih’in…
Ona dair yazacak ve söylenecek çok şey var. Herkes onunla ilgili bilgi sahibidir. Kime sorsanız onu anlatan ve tanımlayan birkaç cümle mutlaka sarf eder. Hava koşullarının çok zor olduğu bir mevsimde kalbi durdu, herkesi şok etti.
SİYASETİ BİZE SEVDİRENDİ
Babası Reşit KESKİN ilimizin ilk siyaset adamlarındandı. 1940-1950 yılları arasında kentimize belediye başkanlığı yapmıştır. Babası vefat edince siyasete soyundu ve siyasi kimliğiyle hep gözde olmayı başardı. 1977-1980 ile 1994-1999 tarihleri arasında üç dönem belediye başkanlığı görevinde bulunmuştur.
BASIN DANIŞMANLIĞINI YAPTIM
Kendisine en yakın isimlerden biriydim. SHP ve CHP’de basın- halk ile ilişkilerde danışmanlığını yaptım. Yani bir nevi 1 numaralı adamıydım. Tüm mitingleri de ben hazırlar ve organize ederdim. Kendisine olan yakınlığımla da objektif gazeteciliğim çok tartışıldı ve bir çok kişinin hedefi oldum.
KENTİMİZİN RENKLİ SİMASIYDI
Siyaset adamları iktidarda olunca fazla değer görürler. Koltuk dışı kalınca ve muhalefet olunca çoğu selamı bile keser. Ama sayın Keskin öyle değildi. O her zaman en çok saygı gören, sevilen, alkışlanan kişiliğe sahipti. Yani Hakkari’de siyaset deyince aklımıza gelen ilk isimdi. Hakkari siyasetinin duayeniydi.
İLKLERE İMZA ATTI
Belediye başkanı olduğu dönemde kurum olarak maddi sıkıntılar yaşandı. Çalışan personellerin aylarca maaşları ödenmedi. Hükümetten sürekli destek istedi ve her kapıyı çaldı. Çare bulamayıncada belediye kapısına kocaman kilit vurdu. Bu davranış Türkiye’de bir ilkti ve tüm ana haber bültenleri geniş yer verdi. Dönemin içişleri bakanı “sen suç işliyorsun” diye dava açarken, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL kendisini arayarak; “Çık Ankara’ya gel ne ihtiyacın varsa yardımcı olurum” demişti ve aldığı destekle belediyesini ve çalışanlarını rahatlatmıştı. Yine 1999 yılında kendisini makamında ziyaret eden dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet SAĞLAM ile yaka paça tartışıp kavga etmişti. Çünkü sayın Keskin kentin sorunlarını anlatırken Bakan onu dinlemek istemedi ve “şov yapma” diye sert çıkmıştı.
DEMİREL KENDİSİNİ ÇOK SEVERDİ
Türkiye Cumhuriyeti döneminde bir ilk yaşandı. Sayın Demirel, çok sevdiği ve beğendiği Abdurrahman Keskin’i yurt dışı gezisinde beraberinde özel götürdü. Sayın Demirel, Keskin diyaloğuyla Hakkari’ye olan düşkünlüğünü kartpostallaştırmıştı. Tüm makamları o resim süslerdi.
GAZETECİ KİMLİĞİNİ ÇOK SEVERDİ
Önal ve Hatipoğlu aileleriyle birlikte ilimizde ilk yerel basını oluşturanlardandı. Halkın Sesi Gazetesi’nde yazdığı her makale gündemin yönünü değiştirirdi. Korkusuzca doğruları savunurdu ve bu yazdıklarından dolayı da birçok kez yargılanmıştır. Birgün kendisine HAKKARİ HABER TV ailesine katılmasını istemiştim. Memnuniyetle kabul edip çok çarpıcı yazılara imza atarak okuyucu ve tıklama rekorları kırmıştır. Keskin aynı zamanda sarı basın kartı sahibiydi.
40 YIL CHP’DE ÇALIŞTI
Sosyal demokrattı. 40 yıl boyunca SHP ve devamı olan CHP’de siyaset yaptı. Baykal’a ters düşerek CHP’den istifa etti, kısa bir süre Anavatan’da kaldı ve DTP’ye geçiş yaptı. Yani dönemin şartlarına göre doğru kararlar vermiştir.
AĞZINDA BAL AKIYORDU
O konuştuğu zaman insan sadece onu dinlemek isterdi. Öylesine edebi ve akıcı bir üslubu vardı ki ağzından adeta bal akıyordu. Kürsülerde, mitinglerde, her platformda etkili üslubuyla tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyordu. Barış elçisiydi, onun olduğu yerde küskünlükler olmazdı. Çarşı merkezindeki ofisinde hiçbir zaman kendisini yalnız göremezdik. İnsanlar onu ziyaret etmekten ve sohbetini dinlemekten büyük zevk alırdı.
EVİ İKİNCİ OFİSİYDİ
Gündüzleri özel ofisinde yüzlerce kişiyi ağırlardı. Akşamları da evinde yine sayısız ziyaretler yaşardı. Hükümet, devlet ve her ortamda sözü geçen biriydi. Kadrolaştırdığı kişi sayısı binleri bulur. Fakir fukaranın da babasıydı, cebini ve sofrasını her zaman onlarla paylaşırdı. İktidarda olsa, muhalefet de olsa hoşgörünü kaybetmezdi. Seçim kaybettiğimizde biz ağlardık o bizi teselli ederdi. Partisi iktidar olmasa da o her zaman herkesin gönlünde tek başına iktidardı.
MAVİ RENK GÖMLEK GİYERDİ
Ecevit mavisi renk gömlek giyerdi. Tüm gömlekleri aynı renkteydi. Bu rengin kendisine huzur verdiğini söylerdi. Alkol hiç almadı ama çok çay içerdi. Evinde kapı arkasında bir tekli koltuğu vardı ve hep orada otururdu. Hiçbir zaman misafirlerinin üst bölümünde oturmazdı. 1 torba şeker, 10 kilo çay ona üç güne giderdi. Evini ve ofisini günde ortalama 150 kişi ziyaret ederdi.
ÇOK MÜTEVAZİYDİ
Onun konumunda olan her aşiret reisi mal varlığı, korumaları, hizmetçileri görkemliğiyle dikkat çekerken o çok sade ve mütevaziydi. Gazi Mahallesindeki o iki katlı apartmandan başka evi yok. Batıda yatırımı yok. Misafirlere hizmeti de aile bireyleri yapardı. İlimizdeki tüm insanları tanır onları isimleriyle hitap ederdi. Taziyelerde, düğünlerde, toplantılarda, her platformda o konuşur herkes zevkle dinlerdi. Kürtçe ve Türkçe çok akıcı bir üsluba sahipti. Çok ziyaretçi akını yaşadığı için hep otururdu ve bu yüzden son zamanlarda çok kilo almıştı. Aşırı kilo kalbini de tetiklemişti. Daha öncede bir kalp krizi geçirmiş hastanede müdahale edilerek hayata döndürülmüştü.
HEM BELEDİYEYE HEM DE EVİNE İYİ BİR REİSTİ
Toplumda kendisine “Reis” diye hitap edilirdi. Bu unvan ona çok yakışıyordu. Eşi Atife onu erken yalnız bıraktı ve vefat etti. Daha sonra ikinci evliliğini yaptı ve Çukurca’lıların damadı oldu. Birinci eşinden 3, ikinci eşinden de 3 olmak üzere 6 çocuk babasıydı. Ölüme her zaman hazırlıklıydı. İl dışına veya herhangi bir oluşuma ailece eşlik ettiğinde Fatih Keskin ile aynı araca binmezdi. Gerekçesi; “Allah korusun bir kaza olursa bari birimiz yaşasın” idi.
CUHMUR KESKİN ONU SARSTI
Kardeşi Cumhur Keskin’in bir cinayete kurban gitmesi onu büsbütün sarstı. 13 yıl önce başlayan gözyaşları hiç dinmedi. Onu ilk kez ağlarken görmüştüm. Her 14 ocak günü merhum Cumhur Keskin’in mezarında buluşurduk. Orada kardeşine hep şunu derdi; “Ben yaşadığım sürece özellikle her 14 ocak günü seni hep ziyaret edeceğim.” Bu kez maalesef ziyaret edemedi çünkü temenni yanına gitti. Kardeşi Cumhur’un hayatını kaybettiği gün yani 13 yıl sonra aynı gün oda hayata gözlerini yumdu.
HASTA DEĞİLDİ
O gün yine her zamanki yoğunluklarını yaşıyordu. Yine mavi gömleğini giymiş, misafirlerini ağırlamış, ailesiyle neşeli bir akşam yemeğini yemişti. Gece bir ara göğsünde ağrı his etti. Eşine gülümseyerek; “Galiba ben öleceğim” demiş. Eşi de ona kızarak; “Git be Karaoğlan bu espiriler sana yakışmıyor” demiş. Sabaha doğru elini sol göğsüne koyarak ahhh çekti ve omuzlarda hastaneye kaldırıldı. Kar beyazı kefen sarmıştı tüm yolları. Soğuk ve ayaz tenindeydi duran kalbine inat. Tesbihi parmaklarına sıkışmıştı, son gözyaşı yanağına. O zor adam, koca adam, Karaoğlan sessiz gitti dünyamızı başımıza yıkarak…
YİNE OMUZLARDAYDI
O hayatı boyunca dürüst siyaset adamı ve aşiret reisi sıfatıyla hep omuzlardaydı, gönüllerdeydi. Bize veda ederken de yine omuzlarımızdaydı. 3 metre kar altında araçlar bile trafiğe çıkamadı, kalealtı aile mezarlığına omuzlarda taşındı. Binlerce insan hafta sonu olmasına rağmen, kar ve soğuğa rağmen yataklarından fırlayarak ve ağlayarak hastaneye ve mezarlığa akın etti. Onu hiç bu kadar sessiz görmemiştim. Tabutun içinde uzanmış derin uyuyordu. Kalealtı aile mezarlığına sık giderdi arabasıyla ve onlarca kişiyle. Bu kez öyle yapmadı, yine kalealtına gitti ama yüzlerle, binlerle. Ve arabasıyla değil ambulans ve omuzlarda…
BÖYLE TAZİYE GÖRÜLMEDİ
Kötü hava koşullarına rağmen ilçeler, köyler resmen boşaldı. Çatal taziye evi böyle akın görmedi. Her beş dakikada bir 300 insan girip çıkıyordu. Yurt içi, yurt dışı, dünyanın her tarafından taziye telefonları, mesajları geldi. Kimse bu sessiz gidişe inanmak istemiyordu. Babasıyla çok iyi arkadaş olan Fatih KESKİN ayaktaydı, güçlü duruyordu. Oysa göz pınarları ağlamaktan kurumuştu. Üflesen yere yığılacak kadar acılı ve çaresizdi. Haksızda değil, onlar sadece baba-oğul değil dava ve kader arkadaşlarıydılar.
İKİ İDEALİ VARDI
BDP’ye katılınca gerekçesi “ülkeye barış gelsin” idi. Başaracağız, bu akan kardeş kanını diyalogla, sevgiyle aşacağız diyordu. İkinci ve en büyük isteği mebus olarak meclise girmekti. Çünkü onun dünyaya haykıracağı çok derin mesajları vardı.
KİTAP VE BELGESEL İLE ÖLÜMSÜZLEŞECEK
Abdurrahman Keskin’in yaşam hikayesini tüm detaylarıyla kitaplaştırıyorum. Aynı zamanda belgeselini de hazırlayacağım. O gönlümüzde hep yaşayacak. Seni şimdiden özledik Karaoğlan. Hep Cuhmur Keskin’e gitmek istiyordun ya şimdi onun yanındasın. Sizi hep seveceğiz. Güle güle reisim…