Kürt meselesinde gelinen noktanın aşılması ve evrensel demokratik kural ve değerler evresine geçilmesi ile son nokta konulabilir. Karanlıklardan sıyrılıp, tan yerinin ağarması gibi, bu vesile ile karabulutlar, gök gürültüleri ve şimşeklerin çaktığı günler geride kalabilir, yeni gün ve günler başlayabilir. Zihinler o kara günlerin acısı, öfkesi, korkusu ve tedirginliğinden sıyrılıp, artık gece bitti yeni bir gün başlıyor umudu doğabilir.
Otoriter, vesayetçi, tekçi, inkârcı karanlıklar sona erebilir. Emir/komuta zinciri içinde “Ol”deme dönemi bitebilir. “Varım” dönemi başlayabilir. Resmi tarihin resmi inkarcı sayfası kapanabilir. Dikta Devlet aklının yerini demokratik toplumun aklı, Dikta Devlet otoritesinin yerine demokratik toplum vicdanı geçebilir. Yıllarca “ vatanın, milletin, devlet’in bekası için” diyerek toplumu cendereye sokan ırkçı nasyonalizm/militarizm ipliği pazara, şatafatlı rozetleri, nişanları, takdir belgeleri, madalyaları bitpazarına düşebilir.
Geldiğimiz yer bu, yani başlangıç noktası,
Kürtlerin özgürlük ve demokrasi adına örgütlerini, kurumlarını inşa ederek, bütün insanlar gibi “insan olmanın hak ve özgürlüklerine sahip olma” istekleri, tekçi ve inkarcı zihniyetin fiyakasını/kimyasını bozdu. Kürt adına ne söylenirse, ne yapılırsa, ne istenirse 12 Eylül zihniyetine, 12 Eylül anayasası ve yasalarına takılmaya başlamış/devam ediyor.
Kürtlerin özgürlük ve demokrasi, evrensel hak ve hukukundan taviz vermeyeceği ortaya çıktı. Bu da tekçi zihniyetin cinnet geçirmesi bir yana kofrasını attı. Kürtler kamusal alana çıkıp, sosyal, siyasal, kültürel haklarını kullanmaya başlayınca ve kendi kendini yönetme hakkı istediğince, devletin kuruluş felsefesi, temel ilkeleri zangır zangır sallanmaya başladı. “Türkiye Türklerin” dir, “bir Türk dünyaya bedeldir”, “ne mutlu Türküm diyene”, “Türküm, doğruyum, çalışkanım”, “özlü” ırkçı sözleri karşısında “ kurban biz de varız”, “biz mutlu, çalışkan değil miyiz, bizim yurdumuz, hakkımız, hukukumuz yok mu” diyen Kürtlere, Hukuk Fakültesi okumuş üstelik de yakasında rozeti, üstünde cübbesi olanlar “anayasa sizin için yok yazıyor, siz yoksunuz” diyordu. Sonra birileri çıkıp lütfetti “Kürt realitesini tanıyoruz” dedi. Ne kadar aşağılayıcı bir şey, siz varsınız dedikten sonra mı Kürt halkı yoktan var mı oldu?
Metafizik felsefeye göre dile getirmem gerekirse, “Tanrının yarattığı, dili, kültürü ve değerleri ile bir halkı/halkları, sen tanısan ne olur tanımasan ne olur”. Kendini ne sanıyorsun da yıllarca inkar ettiğini tanıdığını söylüyorsun. Yıllarca Tanrının yarattığı bu değerleri tanımıyorsun, yok sayıyorsun da ne oldu, yok mu oldu. Pozitivist akılla izah edilirse, malumlar kendini tanrı yerine koyup, bilimsel ve hukuki olarak yok sayıyor işte,
Modernlik adına tekçi toplum mühendisliğiyle yapmaya çalıştığı bina çöktü. Resmi ideolojinin kimyasal bulamaçla oluşturmayı amaçladığı “son Türk devletinde yaşayan herkes Türk’tür” hikâyesi Kürt halkının “ bir saniye biz Kürdüz” sözüyle tekçi laboratuarı patlattı. Sonuç, onbinlerce can kaybı, yüz milyarlarca dolar maddi hasar, onyedi bin fail meçhul, dörtbin köy/mezranın yakılıp/yıkılması, yerleşim yerleri boşaltma.
Gelinen nokta geri dönülemez noktadır. Erdoğan, balkon konuşmasında lütfedip bunu kabul etti, ya da itiraf etti ne dersek diyelim. “İnkâr bitti, asimilasyonda bitecek” dedi. O halde bunun gereğini yapacak güven veren söz ve davranışları insanlık adına, barış ve demokrasi, evrensel değerler adına bu parlamento artık yapmalıdır. Bu sözleri söyledikten sonra, meselenin çözümü zamana asla yayılmamalıdır, böyle yapılmaya çalışılırsa Kürt halkı “ gene aldatma mı” diye düşünmekte haklıdırlar. Çünkü tarihte bu gibi durumlar çok oldu. Özal, Erbakan, Ecevit hükümetleri döneminde “aldatıldıkları” ve geçmişte de başlarına geldiği defaten siyasi partileri kapatıldığı biliniyor.
Sorun ortada, şiddet kullanılarak çözülmedi, çözülemez de, çözüm yolu bir, çağa uygun, uluslar arası hukuka uygun özgürlük ve demokrasiyi inşa yoludur. Birtakım aklı evveller ideolojik yaklaşımla, sorunu içinden çıkılmaz duruma sokmaya çalışıyor. Toplumu ayrıştırıp hakimiyet hesapları içinde, geçmişte bu hesaplar ters tepti, biliniyor. Bugün aynı hesaplar ülkeleri, halkları bölmeye kadar götürebilir. Halbuki halklar arasında çelişki olmadığı, birlikte yaşama duygu ve düşüncesinin derin ve güçlü olduğu gerçeğini görmeliler. Bu yakıcı gerçek insan hakları ve evrensel hukukla daha da pekişecektir. Halkların temel hakları, özgürlükleri ve demokratik haklar sorununu Parlamento çözebilir. Bu durumu geciktirme veya geçiştirme sağlıklı hiçbir sonuç doğurmaz, tam tersi sorunu daha da karmaşık hale getirebilir. Biliniyor ki bu yerkürede sadece bizler yaşamıyoruz ki kendimize göre kural koyabilelim. Başkaları da var, güçlüler, yapısal kurallara sahipler ve bütün halklar için geçerli kurallardır. Bizler de bunlara uymak mecburiyetindeyiz. Dünya halkları ile bütünleşmek istiyorsak uymamız gerekenlere riayet edeceğiz.