Hakkâri ziyaretinde dağların taşların çeşitli zengin maden yataklarını gezip görünce yıllar önce izlediğim bir televizyon haberini tekrar hatırladım.
Yanılmıyorsam olay Yozgat’ın bir köyünde geçmişti. Haber şöyleydi: Bir avlu içerisinde iki odalı bir ev. Dededen kalma bir yer. Yoksul bir aile. Sonra ana baba ölüyor. Miras bölüşümünde ev kızına kalıyor.
Kadın ve eşi çocuklar çoğalınca iki odalı evlerine bir oda daha ilave etmek için hemen yan tarafına temel açıyorlar, kerpiçten bir oda ilave edecekler. Temel kazarken bir küp içerisinde altın buluyorlar. Tabi yetkililerin haberi oluyor ve müzeye götürülüyor. Olay bu ama haberin verilişi biçimini dün gibi hatırlıyorum. Spiker “Üç nesil bir hazinenin üzerinde yoksul olarak yaşadılar” diye haberi vermişti.
Evet, Hakkâri ilimizde bulunan pek çok cevherin işlenmeden asırlardır toprak altında duruyor olması bana bu televizyon haberini hatırlattı.
Altında büyük bir zenginliği barındıran Hakkâri çevre illere bile istihdam yaratacak zenginliklere sahip iken yöre halkı işsizlikle boğuşuyor. Ziyaret kapsamında Çukurca yolu üzerinde bulunan “Ölmez Madencilik” tesislerini ve çinko, kurşun ocaklarını, galerilerini gezmek imkânı bulduk.
Firma sahibinin açıklamaları ve feryatları yüreğimizi dağladı. Zor şartlarda çalıştıklarını, gerekli yardım ve desteği görmediklerini, bürokratik işlemlerin ve sürdürülen hukuki süreçlerin yıllar aldığını anlattı. Ayrıca bir maden sahasında çalışmaya başlamak için 7-8 bakanlıktan izin ve ruhsatlar için uğraş vermek gerektiğini bildirdi. Firmanın yetkili mühendisi bölgenin çeşitli madenler bakımından yüksek bir potansiyele sahip olduğunu anlatarak dünyanın farklı ülkeleriyle mukayeseler yaptı. Bölgede onlarca şirketin her birinin binlerce işçi çalıştırabileceğini söyleyerek ciddi bir istihdam yaratılabileceğine değindi.
İşin en üzücü yanı ise buradan çıkarılan cevherin İran’a 150-200 dolardan satıldığı ve İran’ın katma değer yaratarak ürünü üç bin doların üzerinde bize satmasıydı. Firma yetkilisi İran’da ham madde yokluğu sebebiyle bu fabrikaların çoğunun çalışmadığını, bunlardan birinin 30-40 milyon dolara rahatlıkla Hakkâri’ye kurulabileceğini anlattı.
Bu hem dışarıya döviz gitmesini önleyecek, hem istihdam yaratacak, hem de bu konuda dışa bağımlılıktan kurtulmamızı sağlayacaktı. Anladığım kadarıyla gerek firma yetkilileri, gerek konuyu bilen, duyan mahalli siyasetçiler, iktidar partisinin yetkilileri bu bilgiyi 8-10 dakikada olsa Ankara’daki yetkililere ve özellikle Sayın Cumhurbaşkanına duyuramamışlar. Ülkemizin pek çok köşesinde böyle imkân ve fırsatlar varken bu fırsatları değerlendirememek beceriksizlikle izah edilir mi bilemiyorum.
Bu durum “Zengin ülkenin, fakir çocukları”, “Varlık içinde yokluk çekmek”, Bir zenginliğin üzerinde yoksul olarak yaşayıp, ölmek” gibi özdeyişlerin haklılığının, doğruluğunun teyidi olsa gerek.
Yüzde seksen beşi dağlık olan Hakkâri’nin taşı toprağı maden yataklarıyla dolu. Ne yazık ki ham madde olarak İran'a satılıyor. Kendimiz katma değer yaratarak ürüne dönüştürsek hem binlerce kişiye istihdam, hem de büyük döviz tasarrufu olacak. Çalışan ve üreten insanların yaşadığı Hakkâri’nin daha mutlu ve daha huzurlu olacağı kesin.
Büyük bir zenginliğin üzerinde fakir olarak yaşayıp ölmek kader olmamalı.
Şimdi gelelim yazımın başında değindiğim televizyon haberine… O olayda insanlar her gün oturduğu yerin hemen altında bir hazinenin olduğundan habersizdiler. Kaldı ki, böyle bir hazine olsa bile devletin tasarrufu altındadır. Yani o gariban ailenin hazinenin üzerinde yaşadıkları halde fakir olarak ölmelerine bir çeşit kader diyelim. Ama Hakkâri’de bulunan ve bilinen o kadar çeşit madenin işletilmemesi, işletilenlerin katma değer yaratılmadan ham madde olarak satılması kaderle izah edilemez.
Varsıl ülkenin yoksul çocukları olmamalıyız.
Büyük bir hazinenin üzerinde yaşıyorken yoksulluk ve sefalet içinde ölmemeliyiz.
Un var, şeker var helva yapsana!..
“Unun var mı? Var/ şekerin var mı? Var/ Ne duruyorsun helva yapsana, helva yapsana” türküsünün tam sırası...
Kaynak: Silivkeninsesi