Eskimeden ve eksilmeden yürümek
Kaynak:Yenibirlik
Kim ne derse desin dünyanın freni patladı bu kesin! Her şey o kadar hızlı gelişiyor ve tükeniyor ki, ne gelene yetişebiliyoruz ne de gideni anlayabiliyoruz…
Şimdilik takip edebildiğimiz tek şey doğan ve batan güneş. Saatler haftalara döndü, haftalar yıllara, yıllar ise asırlara… Çok çabuk geçiyor zaman. Ömür denen kavramda göz açıp kapamak kadar kısa bir an-ın limanlarına bağladı tüm halatlarını… Ve bunca cümleden sonra şunları diyesim geldi: İnsan ömrü göz açıp kapamak gibi bir an-dan ibaret…
Bu mesafenin sonunda ardına bakan insanın aklında-dilinde-yüreğinde kalan tek duygu ise; kırdıklarına ve ertelediklerine dair zikrettiği kocaman KEŞKE-ler… İşin uzmanı değilim ve işin uzmanlarının-yetkililerinin de Kainat gerçeklerine, olanlara, bitenlere, olabileceklere dair insanoğluna gerçekleri asla anlatmadığını biliyorum fakat “dünyanın eski dünya olmadığını” gayet net hissediyorum ve görüyorum… Son yıllarda sanki her hafta bir yılbaşı kutlaması oluyor gibi. Neredeyse “yine mi yeni yıl geldi” demenin eşiğine geldik. En çok dinlenen müzik listeleri açıklanıyor.
Medyada önüme düşerse görüyorum sonra sıralamaya bakıyorum ve bunlar kim diyorum kendime. Ne bu isimleri ne de müzikleri bilmiyorum acaba çağ dışı mı kaldım diye tam üzülecekken bir de bakıyorum, o listeleri belirleyen yaş grubu hemen başka bir dala konmuş ve unutmuş/çöpe atmış bir hafta önce zirveye yerleştirdiklerini!
Sonra hemen kendimle gurur duyuyorum “ben çocukken dinlediğim şarkıcıları ve şarkılarını halâ hatırlıyorum-seviyorum-dinliyorum” diyerek. Çok hızlı tüketen ve bu tüketimler eşliğinde tükenen nesiller arasında insanın kendisine ve kendisiyle aynı yaşam perspektifine sahip olanlara daha çok sarılası geliyor; eskimemek ve eksilmemek için…
Mekanlarda oturanlara bir bakın. Sohbet yok, göz teması yok, dinleyen-anlayan yok, ruh yok, daimlik yok… Oturanların elinde iletişim aletleri, beyninde sosyal etiket hırsı, gözünde gelenler gidenler, ruhu bomboş! Bu vesileyle 2024’ün öne çıkan iki başlığını bir kez daha anımsatmak istiyorum. “Kalabalık Yalnızlık ve Beyin Çürümesi” insanoğlunun yeni pandemisi hadi bakalım hazırlayın aşıları.
Kalabalık yalnızlıklarda çürüyen beyinler kokmaya başladığı için kaçıyor ve saklanıyoruz artık. Yaşayan bilir; sohbetin koyusu, ruhun hası, beynin zehirlenmemişi eşliğinde akıp giden saatler ilaç gibi gelir ömre… 2025 yılını karşılarken kendime ve sevdiklerime katmaya çalıştığım duam şu oldu; Sevgide, saygıda, manâda, aşkta, dostlukta, vefada; Eskimeden ve eksilmeden Yürüyeceğimiz sonsuz bir yolumuz olsun…
Zira insan bedenden önce Ruh-tan ibaret. Ve Ruhu besleyen, güçlendiren, sonsuz ve dinamik kılan temel gıdaları da unutmamalı; sevgi gibi, saygı gibi, dostluk gibi, vefa gibi, manâ gibi, AŞK gibi… Hızla tüketen ve tükenen dünyanın-insanlığın gelişme döneminden (90’lar- 2000’ler) sonra şimdilerde de çöküş dönemine şahit olmak “her şeyi gören, anlayan, anlamlandıran ve etki edebilmek konusunda çaresiz kalanlar” açısından çok acı!
“Ölü Ruhlar” diyarında yetim ve öksüz kalmış gibi izliyoruz her şeyi ve herkesi… Savaşlar, çatışmalar, kıyımlar, açlık, kuraklık, doğal afetler eşliğinde ömrünün son demlerini yaşayan mevcut dünya düzeni son günlerde ardı ardına yaşanan uçak kazalarına da şahit oldu. Teknik arıza ve insan hatası kılıflarına sıkıştırılmaya çalışılan bu kazalar belki de yeni bir “yüzleşmenin” habercisi! Dünyayı tarumar eden insan gökkubbenin de kimyasını bozdu elbette.
Savaş uçakları, ihalar, sihalar, dronlar, uydular ve daha nicesini kontrol eden iletişim frekansları gökkubbeyi adeta teknoloji çöplüğüne dönüştürdü. Bu dönüşümden sadece bizim rahatsız olmadığımızı ve insandan daha üstün varlıkların her an yumruğunu masaya vuracağını düşünmüyor değilim! Ki insanoğlunun bu zıvanadan çıkmış halleri elbetteki sağlam bir duvara toslayacak.