43 yaşındaki Kotranıs köyü sakinlerinden Sabit Kahraman küçük iken kendi köyünde yaşadığı olayları kaleme aldı. İşte Kotranıs köyünde yaşanmış gerçek bir öykü....
Annem Nebirnav Yaylasına koyun sağmaya giderken at veya katır sırtında terli terli bakışları dökülmüş, dişleri buruş buruş, yüzü içimi burksada annem kokuyordu ve yüreği kalbi evladı için atan her bir anneye arkasından ağlar beni de götürürdü 7 yaşlardaydım.
Özgür yaşamak için dünyaya geldim ve hayatta yeni yeni gözlerimi açtım ürkekçe, öyle kapılıyordum ki çocukluğa ve her çocuk gibi deli taylar gibi koşmak isterdim sevinç ve heyecanla asla duraklamadan engel tanımayan bir dünyaya…
Nerden bilecektim özgürlüğün ne olduğunu veya fiziksel baskı yaşamak için savaşmak savaşmak için mi yaşamaya geldim. Ölüm veya ölümüne yırtık koçero ayakkabımla ekşi ekşi kokan elbiselerimle dikenli geve otları arasında durmadan koşuyordum, usanmadan yorulmadan büyük bir heyecanla yeni bir umuda koşuyordum.
Yaşamak için hiçbir engelim olmasada yalnız yaşamaktan başka ve en hızlı koşan ceylandan daha hızlı koşmayı her kartal gibi özgür kanat çırpmayı hırçın bir su gibi çığlık atmayı çocuklar gibi oyun oynamak geliyordu içimden nerden bilecektim özgürlüğün ne olduğunu
Hayatımı ne kadar değiştirmeye çalışsam bile NebirnavYaylası, heybetli dağları, annem ve ben varım yüreği kalbi evladı için atan her bir anne vardı yorgun ve yaralı ama annem beni her uyuttuğunda ninniler yerine gözlerini pencereye yada kapıya dikerek sussss!!! cendermeler gelecek diye beni uyuturdu.
Henüz yedi yaşında cenderme korkusu sarmıştı içimi fiziksel olarak eziyordu daha çocukken yüreğimi korkak ve ürkekçe kılımı kıpırdamıyordum yorganı üstüme çeker nefes bile alamıyordum. Göz kapaklarım ağırlaşsada bazen parmaklarımı kollarımı ısırsamda cendermeninkabusuve korkusu karşımda duruyordu adeta bir uçurum gibi henüz yedi yaşında yüreğimi eziyordu. Cendermenin korkusu beni tek değil köydeki her kadın çocuklarının uslu durup erken uyumaları için cendermeninnisini söylerlerdi.
Çoğu daha 5 yaşında cenderme korkusuna maruz kalıyorlardı derinden derine ve bu coğrafyada köyde beldede kasabada mahallede şehirde Mezopotamya da her yerde her çocuğun özgürlüğünden kısıtlanarak yok ederek yetiştiriyorlardı. Her çocuk çocukluk anılarını anlatırken ben ve bu coğrafyada yaşayanlar hayal bile etmek istemiyoruz bu coğrafyada yaşam haklarımız çok karışık bir konuydu.
En temel haklarımız yok ediliyordu yaşam, sevgi ve ölüm çocukluk korku içinde sevgi tehdit altında ölüm ise param parça henüz çocuk iken özgürlüğümüz yok ediliyordu. Cehalet hiçbir koşulda desteklenmemelidir. Neden söz ediyorum çocukluktan, gençlikten, insanlıktan, psikolojik baskıdan, yasaklardan, asimilasyon, ret ve inkârdan, sefaletten, katliamlardan, faili meçhullerden, ızdıraplardan, kayıplardan söz ediyordum.
Geçmişin o kirli paslı tehditli baskıcı inkârcı yaklaşımı devam etmek zorunda değildi, aksine öfke, nefret, yıkıcılık, şiddet, savaş hiçbir topluma sağlıklı tohumlar yetiştirmez, her insan sağlıklı büyümek için yaşam hakkı vardır her doğan çocuk doğduğu zaman insan olarak tanımlanmalıdır.
1980 kapitalizmi ve modernitenin soğuk yaşamı gittikçe artıyordu, geçmişte gelen asimilasyon ve inkar politikaları yayılmaya başlamıştı hemde herkesin gözü önünde özellikle Kürt coğrafyasında esir ve baskılara maruz oldukları yüzlerinden okunuyordu, rahatsız edici olsa bile engel olabilmek için güçleri çok zayıftı ret ve inkar dayatılıyordu her köylüye, yaşlıya ve yaşlı kadınlara…
Dağ başındaydık güneşin ilk kızgın ışıkları bize doğardı sadece sabrımız dağlara öterdi beyin gücü yok ama beden yoruluyordu bir avuç çökelik ve birkaç kıl keçiyle çok mutluyduk hem de öylesine yinede cendermenin korkusu eziyordu bütün duygularımızı okuma yazma seferberliği başlatılmıştı, artık zorunlu olarak köyün belli yaşlı kadınları okula gitmeleri gerekiyordu hemde soğuk kış mevsim ortasında kalem, silgi, kalemtıraş, defter ve alfebe kitapları….
Öğrenciler ise Şemam, Gulan,Xemri, Piroze, Xemé, Xezal, Meryem, Feleynaz, Zero ve Eyşé… Yaklaşık olarak yaşları kırkbeş altmış arası elli kadına ve annelerimize kalem tutmayı, antlarını, istiklal marşını, Atatürk kimdir gibi ve ağırlıklı olarak Türkçe öğretilmeye çalışılıyordu tek kelime Türkçe bilmedikleri halde her yoklama yapıldığında ise burdayım kelimesini bir türlü öğretemediler.
Üç ay boyunca örneğin burdayım kelimesinin yerine burdedayoo diye sınıf öğretmenlerine sesleniyorlardı. Evet 50 yaşındaki annelerimize bile asimilasyon politikaları uygulanıyordu yada 53 yaşındaki Hüseyin Amcamıza sigarayı sarınca elleri tir tir titriyordu ama 1980 darbe kalıntıları ve sıkı yönetim ona kalem tutmayı yazı yazmayı Atatürk’ün ilke ve inkılapları zorla öğretilmeye çalışıyordu.
Hakkari İl sınırları içerisinde dağ başındaki bir köyde Kotranıs ve bütün civar köylerinde okuma yazma seferberliğine katılmayı zorluyorlardı, katılmayanlar ise hakkında yasal işlem yapılıyordu ve köy karakolunda sorgulanıyorlardı. Kanunların yasaların yasak olduğu 2230 rakımlı Kotranıs köyünde adeta o dağın başında Hüseyin amcaya ve annelerimize saygı duymaları gerekirken dalga geçmeyi alay etme ve köleleştirmek isteniliyordu özgürlüğe ve yaşamaya giden her yol dahada daraltılıyordu ana dillerinden kültür, örf veadetlerinden vazgeçtiriyorlardı.
Asimilasyon ret ve inkar politikaları onları bir uçuruma doğru sürükleniyordu derin karanlık bir kuyuya aşağıya düşecek kadar korkunç öyle çaresiz öyle zavallı bırakılmıştılar. Kendi ana dillerinden konuşulmaları bile yasaklıydı ve büyük bir izdihamla dağ başındaydılar yalnız ve yorgundular kendi hayatlarından kopmuş ürkekliği yüzlerinden okunuyordu.
Baskılardan dolayı hep içine kapanıktı şaşkın çekingen ve özgün güler kızgınlıkları içlerinden okunsa bile, inançları korkularında önce geliyor olsada, asimilasyon ret ve inkara karşı tutunacak bir ağaç dalı bile yoktu cendermedenbaşka…Tahmin ediyorum ki anneleri de onları cenderme ninnisiyle uyutmuştu…
Devamı gelecek……..