İlköğretimde birlikte okuduk, Otluca köyünde birlikte büyüdük. Çok dayak yedik onun elinden. Çocukluk ve gençlik yıllarında kavgacı, asabi, cesurdu. Hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmazdı. Oldukça yakışıklı ama sertti. Kızlar onun yüzünden kavga ederdi ama o dönüp kimselere bakmazdı.
Hayatını yakın akrabası olan Aysel hanımla birleştirdi. Dünyalar tatlısı 2 çocuk babası oldu. Kızı 2 yaşında adı Arjin. Oğlu 4 yaşında adı Dilşer. Yani aslanyürek… O gün Çelik ailesinde bir heyecan vardı. Çünkü Dilşer’in doğum günüydü. Annesi pasta hazırlıklarını kendisi yaptı. Tanju’ya akşam geç kalmaması için uyarıda bulundu. Hakkari merkeze bağlı Rezan köyünde bir iş görüşmesi büyükbaş hayvan alımı vardı. Arjin ve Dilşer’i öptü ve evden çıktı. Arkadaşını telefonla arayarak ; “çabuk gidelim ki çabuk gelebilelim çünkü akşam oğlumun doğum günü” dedi.
Kimse inanmak istemiyordu. Nice kavgalarda, siyasi mücadelede, karakollarda, cezaevlerinde bin bir işkenceden geçen Tanju Çelik ufak bir kazaya yenik düşmüştü. Herkes atlatacağını ve iyileşeceğini düşünüyordu. Ama o renkli gözler bir daha hiç açılmadı. Bu ani gidiş sadece Çelik ailesini değil, binlerce kişiyi yasa boğdu. Cenazeye katılmak için evler, işyerleri ve kamu kuruluşları adeta boşalmıştı. Kale altı şehir mezarlığında 10 bin kişi vardı.
Hani bir şarkı vardır “babamın öldüğü yaştayım” diye. Artık Dilşer bu şarkıyı asla dinlemek istemeyecektir. Çünkü babası ona kötü bir doğum günü hediyesi bıraktı. Sonsuz acı, gözyaşı ve bitmeyen yas. Yüce Rabbim hiçbir çocuğa anne-baba acısı, hiçbir babaya evlat acısı ve kardeş acısı vermesin. Bu acının ne kadar yakıcı olduğunu Dilşer, Hamit Çelik ve hepimiz çok iyi biliriz. Bu acının tarifi yoktur. Tanju’nun köylüsü ve arkadaşı olarak ardından bunları yazmak canımı çok acıtıyor. Gidenle yaşamak güzeldir ama gidenin ardından cümle kurmak, yazmak çok zordur.