Cami, Arapça kökenli bir kelime olarak cem’ kalıbından türemiş olup, “toplayan, bir araya getiren, birleştiren” gibi anlamlara gelmektedir. Câmi ifadesi, ilk dönemlerde cuma namazı kılınan büyük mescitler için kullanılmıştır.
Nitekim “el-mescidü’l-câmi” (cemaati toplayan mescit) tabiri, Taberânî’ nin rivayetine göre Hz. Peygambere dayanmaktadır ( el- mu’cemü’l-evsat, 1,143). Sonraki dönemlerde, içinde cuma namazı kılınan ve imam-hatiplerin hutbe iradetmesi için minber bulunan mescitler cami, minberi olmayan yani cuma namazı kılınmayan küçük mabetler ise mescit olarak zikredilmiştir. Bunun yanı sıra Mescid-i Harâm, Mescid-iNebevî ve Mescid-i Aksâ gibi önemli ve değerli camilere de mescit denilmiştir.
Kur’ân- Kerim de mescit ifadesi, tekil ve çoğul olarak zikredilmektedir. Beytullah ve etrafını ifade eden Mescid-i Haram on beş yerde, Mescid-i Nebevî veya Mescid-i Kubâ, Kudüs ve çevresinin kastedildiği Mescid-i Aksâ birer ayette ifade edilmiştir.
Osmanlıya geldiğimizde ise padişahlar tarafından inşa ettirilen büyük camilere “Selâtin camileri” denmektedir. Devlet erkânı tarafından inşa ettirilen orta büyüklükteki camilere bânisine istinaden cami, küçük olanlara da mescit denilmiştir (Arseven, 1, 219).
İslam tarihi açısından önemli camiler
Bir takım kaynaklara göre Hz. Âdem in ilk ayak bastığı yer olan Serendib te mescit olduğu ifade edilse bile Kur’an-ı Kerim’in “İnsanlar için inşa edilen ilk beytin (mabet)” Kâbe olması daha doğru bir yaklaşımdır. Hz. Peygamberden gelen rivayetler dikkate alındığında Kâbe’nin ilk bânisinin Hz. Âdem olması daha güçlü bir kaynaktır. Nitekim Ebû Zerr (r.a) in sorduğu bir sual üzerine Hz. Peygamber “Yeryüzünde ilk mescidin Mescid-i Harâm, ikincisinin ise Mescid-i Aksâ” olduğunu ifade buyurmuşlardır (Buhârî, Enbiyâ, 40; Müslim, Mesâcid, 1-2).
Asr-ı saadetin Mekke döneminde Hz. Peygamber, İslam’ın ilk tebliği esnasında müşriklerden birçok eziyet ve cefa görmüştür. Kendisine yapılan tüm zulümlere rağmen Mescid-i Harâm’ da Hacerülesved ile Rüknülyemâni arasında namaz kılmıştır. Zaten Müslümanların müşrikler tarafından eziyet görmesi onları, Darülerkam’ı bir mescit haline getirmeye sevk etmiştir.
Hicret ile beraber Medine’ye gelindiğinde ise Hz. Peygamber, iki yetim olan Sehl ve Süheyl’in arazilerini satın alarak Mescid-i Nebevî’yi inşa ettirmiştir (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 45). İslam tarihi açısından önemli bir makama sahip olan bu mescit, merasimle açılışı yapılmış ve Hz. Peygamber, bizatihi bu mescidin inşasında çalışmıştır. Mescid-i Nebevî üç bölüm olarak taksim edilmiştir. Bir kısmı Hz. Peygamberin hane-i saadeti için ayrılmış, bir kısmı İslam tarihinin ilk medresesi ve ilim yuvası olarak ilim talibi olan sahâbîler için ayrılmış diğer bir kısmı ise mescit olarak kullanılmıştır.
İlme açılan kapı: Camiler
İslam kültür ve medeniyeti açısından ilim, Hz. Peygambere gelen ilk vahiyle beraber başlamıştır. Zira ilk telkin edilen ayetlerin “Yaratan rabbinin adıyla oku!” (Âlak, 1) olması, ilmin yani eğitim ve öğretim faaliyetinin kültür ve medeniyetin oluşumunda çok önemli bir yere sahip olduğunu bizlere bildirmektedir.
Binaen aleyh ilmin, böyle bir işleve sahip olması kültür ve medeniyetin nesilden nesile aktarılmasından yanısıra nesilleri birbirine bağlayan hatta ve hatta nesillerin bekasını sağlayan en önemli vasıtalardan biri olduğunu söyleyebiliriz.
İslam kültür ve medeniyeti açısından ilmin böyle bir öneme sahip olmasının amacı insan-ı kâmil yetiştirmektir. İslam, böyle bir mefkûrenin tüm zaman ve mekânlarda sürdürülmesini istemiştir. Asr-ı saadetten günümüze kadar İslam tarihi incelendiğinde ilim ve irfan faaliyetinin eğitim ve öğretim açısından çok önemli bir yere sahip olduğunu ifade etmemiz gerekir.
İslam kültür ve medeniyeti açısından camiler incelendiğinde camilerin, sadece ibadet mekânları değil aynı zamanda ilim ve irfan yuvaları olduğu bariz bir şekilde görülmektedir. Camilerin böyle önemli bir fonksiyonu üstlenmesi ibadet ile ilim arasında bir paralellik olduğunu da ortaya koymaktadır. Zira ulema sınıfının peygamberlerin varisi olduğu haberi, göz önünde bulundurulduğunda mabetlerin bir ilim yuvası olmasını daha iyi anlamamızı sağlamaktadır.
Camilerin, İslam’ın ilk döneminden itibaren mabet olma vasfını taşıması yanında ilmi faaliyetlerin de yürütülmesine öncülük etmesi, camilerde birçok ilmin tedris edilmesine sebep olmuştur. Hz. Peygamberin Mescid-i Nebevî ‘nin bir bölümünü Suffe medresesi olarak tahsis etmesi camilerde, ilmi faaliyetlerin başlamasına öncülük etmiştir.
Nitekim camilerde, ilk asırlarda Kur’an, hadis, fıkıh, kelam vs. tedris edilirken ikinci ve üçüncü asırlara gelindiğinde ise İslam medeniyetin gelişmesi, coğrafi olarak büyük bir muhite sahip olması ve özellikle de tercüme faaliyetlerinin yapılmasıyla beraber camilerde, İslam-i ilimlerin yanında antik kültürlerin mirası diyebileceğimiz ilimlerde tedris edilmiştir.
Nitekim Felsefe, Matematik, Tıp, Tarih, Astronomi gibi ilimlerin camilerde ders olarak okutulması bu gerçeği ortaya koymaktadır. Zikrettiğimiz bu ilimlerin bir bütün halinde camilerde tedris edilmesi camilerin, ilim ve irfan yolunda çok önemli bir fonksiyona sahip olduğunu gözler önüne sermektedir. Binaen aleyh camilerin, böyle bir konuma sahip olması ilk dönemlerden itibaren bir akademi görevi gördüğünü söylememiz mümkün olabilmektedir.
Hz. Peygamber, Medine de mescidi inşa ettirirken mescidin bir kısmını da ilmi faaliyetler için tahsis etmişti. İlk üniversite olma nüvesini teşkil eden bu bölümün ilk muallimi de Hz. Peygamberdir. Ubade bin Samit, Mus’ab bin Umeyr, Ebu Ubeyde bin Cerrah ve daha sonra hadislerin büyük bölümünü rivayet eden Ebu Hûreyre ve daha birçok sahabî bizzat Hz. Peygambere Suffe medresesinde talebe olmuştur. Hz. Peygamber ve talebeleri olan sahabîler, bir taraftan ilmi faaliyetler sürdürürken diğer taraftan da cami de toplanan halkı bilgi bakımından aydınlatmaya çalışmışlardır.
Hz. Peygamberin cami içerisinde ilme verdiği önemi şöyle bir örnekle izah etmek yerinde olacaktır. Abdullah b. Amr’ ın naklettiğine göre Hz. Peygamber bir gün camiye girdi.
Burada iki gurubun olduğunu gördü. Bunlardan bir kısmı ibadet, diğer bir kısmı ise ilimle meşguldü. Bunun üzerine şu önemli hususa dikkat çekti “Her ikisi de iyi yapıyor, şu kadar var ki, Allah tan bir şey isteyen kimsenin talebi tamamen Allah a aittir. Ancak diğerleri, ilim sahibi olur ve cehaleti kovalarlar. Bana gelince ben, Allah tarafından bir muallim olarak gönderildim.” diyerek ilimle meşgul olan gurubun arasına oturur (İbni Mace, Sünen, 17).
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de camiler, çok önemli görevler üstlenmektedir. Özellikle bu dönemde olan camiler, idare merkezi ve imamların karargâhı olarak ön plana çıkmaktadır. Zira bu camiler, hem bir ibadet mekânı hem hutbe hem de vaazlarla halkı eğitip irşat eden bir okul görevi görmektedir. Ayrıca bu dönemlerde görev yapan mahalle imamı, aynı zamanda kadının temsilciliğini yürütürdü.
Hz. Peygamber zamanından bu yana bir mektep vazifesi gören camilerde, görev yapabilecek salahiyete sahip muallimlere ihtiyaç duyulmuştur. Bu görevi yürüten kişilere “İmam” denir. Çok önemli bir görevi üstlenen bu kişiler, önemli bir vazifeyi üstlendikleri ve toplumu bilgilendirdikleri için çok iyi seçilmeleri gerekir.
Günümüzde de İslam dünyasının ekseri coğrafyasında hem namaz kıldırmak hem de bir eğitim olan hutbe ve vaazlarla Müslümanları bilgilendirme görevi din görevlilerince sürdürülmektedir.
Ülkemizde de Diyanet İşleri Başkanlığımız bünyesinde yaklaşık doksan bin cami bu konularda faaliyetler yürütmektedir. Buna binaen camilerde Kur’an kurslarının faaliyet göstermesi de camilerin, halen toplumun dini konularda bilgilendirilmesini ve halkın manevi anlamda rehabilite olmasını sağlamaktadır.
Ezcümle şunları söyleyebiliriz: Asr-ı saadetten itibaren günümüze kadar camiler, bir okul görevi üstlenmektedir. Camilerde tedris edilen dersler, ilk zamanlarda bu camileri, bir üniversite hüviyetine kavuşturmuştur.
İslam’ın ilk emri olan “oku” emrinin camilerde bir eğitim olarak hayat bulması camilerin, ilim ve irfan açısından önemli bir konuma sahip olduğunu ortaya koymaktadır. İlim ve ibadetin ortak bir mekânda neşvûnema bulması amel ile ilmin, söylem ile fiilin ve kâl ile halin beraber olması gerektiğini ve bunların birbirini tamamlayan parçalar olduğunu bizlere ifade etmektedir.