Neden mi mutlu değiliz
Kaynak:https://www.gazetebirlik.com/
Zengin, fakir, genç, yaşlı, kadın, erkek, eğitimli, eğitimsiz her kesim giderek mutsuz bir tablo çiziyor varlık aleminde… Kimseler anlam veremese de dil-lerden ve dıl-lerden yansıyan negatif enerjiler ve olumsuz cümleler eksik olmuyor hayatlardan. Dilerseniz bugün “neden mi mutlu değil dünya” sorusuna kendimizce cevaplar arayalım…
Zira herkes mutlu olmadığını ifade ediyor fakat bunun sebeplerini dile getiremiyor. Mutluluk kaydı gitti alemden çünkü; bilmeye, öğrenmeye, görmeye, duymaya başladı insanlık! Geçmişin sadece “televizyona ve gazeteye” sahip dünyasındaki her duyduğuna ve her gördüğüne inanan toplumları yok artık karşımızda.
Şimdiki dünyada her olayın- açıklamanın-insanın tüm detaylarına anında ulaşılıyor ve o başlığa dair yapılan olumlu-olumsuz yorumlar eşliğinde de ayrışıyor insanlar. Ve bu ayrışma “yarını muamma bir mutsuzluğa” sürüklüyor! Yani “bugün bu tepkiyi verdim ve bu tarafta durdum peki ya sonra durum değişirse ve bulunduğum taraf düşman görülürse ne olacak” endişesi hakim toplumda. Ve en önemlisi de sanal ortamda yapılan her açıklama-olay-haber ne kadar doğru şüpheleri kemiriyor bilinçli zihinleri!
Bu kemirme sürecinden zaferle çıkmayı becerenler de “mantık-hissiyat-sağduyu” süzgecini sıkı tutanlar oluyor. Zira ses ve görüntü kopyalamada korkutucu seviyelere ulaşarak komplo senaryoları hazırlayan teknolojiyi mağlup edecek tek şey; mantık-hissiyat-sağduyu süzgeci.
Yıllar önce zikrettiğim “dünyanın en mutsuz insanı her şeyi gören ve bilen insandır” cümlemi şimdi güncellemek istiyorum müsaadenizle; “dünyanın en mutsuz insanı her şeyi görüp bilmekle birlikte yarınını da ön göremeyen insandır…” Evet iletişim çağıyla birlikte çoğu şeye hakimiz fakat yarın ne olacak bilemiyoruz ve bu belirsizlik toplumları rahatsız ediyor zira insan, doğası gereği “bastığı ve basacağı dalların ne kadar güvenli olduğunu” bilmek ister…
Bilmezse de mutsuz olur ve mutsuz eder! Ve mutlu değiliz çünkü deşarj olamıyoruz! 15 yıl öncesini anımsayın. Sohbetlerimizin vazgeçilmeziydi izlediğimiz filmler, diziler, programlar, konserler, tiyatro oyunları… Ya da okuduğumuz kitaplar, yazılar, gazete haberleri…
Peki ya şimdi? Sinema, edebiyat, müzik, ekranlar, sosyal faaliyetler; üretkenliğini-çeşitliliğini-cazibesini kaybetti ve kimselere hitap etmiyor artık. Bu kısır döngünün yarattığı boşluğu dolduran teknoloji ve beraberinde gelen sanal sosyal alanlar bireyleri daha da yalnızlaştırdı ve mutsuzlaştırdı. Teknolojinin sunduğu sosyal iletişim alanları, alışveriş olanakları, oyunlar, dünyayı tanıma hizmetleri bireyin oturduğu yerden ve kimseye ihtiyaç duymadan nefes almasını sağlıyor.
Bu yalnızlaşma süreci sonrasında da “izleyecek film, okuyacak kitap, katılacak faaliyet, sohbet edecek insan yok” cümleleri bilinçaltında patlayan volkanlara dönüşüyor. Sosyal ve özel hayatlarla birlikte siyaset, diplomasi, ekonomi, bürokrasi başlıklarının da vizyondan uzak sığ sularda sergilediği kısır döngü dejavuları insanlığı adeta umutsuzluk ve mutsuzluk dibine daha da çekiyor .Ülkelerin iktidar ve muhalefet cenahlarına baktığımızda “onca yetenekli insan varken bunlara mı kaldı yönetim ve muhalefet işi” deniyor dünya genelinde.
Liyakat, üretim, beceri, sosyal zekâ kavramları giderek tozlu raflardaki yerini almaya başladı. Bunca kısır döngü, liyakat ve üretim/yenilik eksikliği “sosyal varlık” olan insanın deşarj alanlarını yok etti. Sosyal, kültürel, sohbet, paylaşım başlıklarında deşarj olamayan ve beslenemeyen insanoğlu şimdi; üzerinde biriken stres ve yalnızlık yüküyle ne yapacağını bilemiyor sağa sola çarpıyor-sataşıyor-zarar veriyor... Bu boğulma ile birlikte mutsuzluk salgını başladı elbette. Asık suratlar, gergin toplumlar, bir damla suda öldürenler, eşine-çocuğuna-komşusuna-akrabasına kıyanlar, seri caniler ve daha nice olumsuzluğun temel taşıdır “deşarj olamama” problemi!
Bu aşamada bir kesimin “dedikodu” dediği başka bir kesimin “istişare” dediği işin bilimsel/kurumsal kısmında da “psikolojik terapi” denilen başlığın önemi ortaya çıkıyor. Dünya genelinde yaşanan bunca savaşa ve çatışmaya rağmen insanın insana muhtaç olduğu unutulmamalı ve samimiyetle sohbet edecek dostlara yatırım yapılmalı.
SOHBET, öyle muazzam bir ilaçtır ki; tüm dertleri unuttururken bir anda relaks bir enerji verir ruha ve bedene. En sıkıntılı kapılarda çözümlere kavuşmanızı sağlar.
Yalnız olmadığınızı anımsatır. Ve daha nicesiyle “ücretsiz terapi” niteliğindedir dostla sohbet. Geldiğimiz noktada bin derde deva sohbetlerin yerini alan teknolojik/sanal dünya kandırmacası bireyleri birbirinden koparıp iyice zayıflatıyor ve işin sonunda yok ediyor maalesef.
Velhasıl-ı kelam insan; sosyal bir varlık ve sosyal alanları yok olup sosyalleşme sorunu yaşarsa hem kendine hem de topluma zarar verir. Dini kitaplarda ve alanlarda sıklıkla aranan “dünyanın sonu nasıl olacak” sorusunun cevabı bana göre çok basit. Efsanevi olaylar ve yaratıklar eşliğinde aranan cevaplar yerine “dünyanın sonunu insan getirecek” cevabı daha mantıklı değil mi? Belki de sözü edilen kötü yaratıklar ve olaylar enerjisi insanların bedeniyle vuku bulacak ve tüm zararlar yine insandan gelecek!
Bu zarar vermeler eşliğinde dünya kim bilir kaç kez sil baştana gitti ve her sil baştan “her şeyi bilmek merakı” ile başladı! Çok bilmeyi marifet bilen insan nesli mutlu olmayı, saygıyı, sevgiyi, HADDİNİ unuttu! Öğrenme ve çok bilme hırsıyla insan “defalarca kendi sonunu” getirdi.
Halbuki yetinmeyi ve haddini bilseydi insan, Kainat döngüsünü elinde tutan “Yaradan ile kendini eş tutmaya” çalışmazdı. Şimdi yine yeniden bir sil baştanın eşiğine doğru ilerleyen insan nesli arasındaki “bir kesim”, kulağına önceden fısıldanıyor gibi tuhaf bir “görme-duyma-hissetme-anlama yeteneğine” kavuşmaya başladı.
Bu tespitle yıllar önce izlediğim 2014 yapımı “Lucy” isimli filmi anımsadım. Filmde öğrenmeye ve yüksek kapasite çalışmaya başlayan insan beyninin neler yapabileceği anlatılıyordu. Ruhtan, duygudan, maneviyattan kopan Lucy zamanla her şeyi görmeye, duymaya, hissetmeye başlıyordu ve işin sonunda yok oluyordu…